Yirminci yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli şair ve romancılarından, aynı zamanda gazeteci, denemeci, sanat eleştirmeni olan Louis Aragon’un yaşamı, arayışlarıyla, sürekli değişimiyle, çalkantıları ve çelişkileriyle yirminci yüzyıl tarihinin bir yansımasıdır. Çoğu kişi onu Elsa’ya yazdığı şiirler ve komünist kimliğiyle tanısa da Aragon seksen beş yıllık ömrüne bundan çok daha fazla kimlik ve yaşantı sığdırmıştır.
Louis Aragon 3 Ekim 1897’de Paris’te doğar. Yasal evlilik bağı içinde dünyaya gelmiş bir çocuk değildir: Babası Louis Andrieux, elli altı yaşında, evli, tanınmış bir hukukçu ve siyaset adamıdır, annesi Marguerite Toucas-Massillon ise yirmi dört yaşında bir genç kadındır. Toplumsal olarak gayrimeşru kabul edilen bu birlikteliği ve bu birliktelikten doğan çocuğu gizlemek için Aragon tüm çocukluğu ve ilk gençliği boyunca annesini ablası, babasını ise haftada bir iki görüştüğü vaftiz babası olarak bilir. Çocukluğunu annesi, anneannesi, dayısı ve teyzeleriyle birlikte yaşadığı evde geçirir; aile bir pansiyon işletmektedir, sık sık para sıkıntıları yaşanmaktadır. Aragon ileriki yaşlarında kendisiyle yapılan bir söyleşi dizisinde, aile içinde yüksek sesle konuşulmayan yoksulluğun çok acısını çektiğini, aile dışarıya karşı görünüşü kurtarsa da evde karınların doymadığını, çocukluğunun parayla ilgili tartışmalar ve okul arkadaşlarının yanında duyduğu aşağılık hissiyle zehirlenmiş olduğunu söyler. Öte yandan annesi Marguerite yazan ve çeviriler yapan kültürlü bir kadındır, dayısı da şiir ve roman yazmaktadır. Aragon dönemin modern şiirini dayısı Edmond’dan öğrendiğini, ondan etkilendiğini belirtir.
1916 yılında tıp fakültesine kaydolur. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle 1917’de askere alınır, cephede yardımcı hekim olmak üzere eğitimdeyken kendisi gibi bir tıp öğrencisi olan André Breton’la tanışır. Yakın dost olurlar. Bu dostluk Aragon’un düşünsel dünyasında bir dönüm noktası yaratacaktır. Breton vasıtasıyla dönemin entelektüelleriyle de tanışır. Onlar arasında bulunan genç ozan Philippe Soupault en yakın arkadaşlarından biri olur. 1918 yılında bir dergide ilk şiiri yayımlanır. Aynı yılın haziran ayında cepheye gider. Savaş nişanı alır. İlk romanı Anicet ou le Panorama’yı cephede yazmaya başlar.
Savaş dönüşü, 1919’un Mart ayında Breton, Soupault ve Paul Éluard’la birlikte Dada eğilimli Littérature dergisini kurar. Dünya savaşının katliamlarına, barbarlığına, yerleşik kurallara, konformizme karşı çıkan bir grup genç sanatçının avangard bir sanat hareketi olan Dadacılığın kurucularından Tristan Tzara ve çevresi de bir süre sonra bu dergiye katılır. André Gide, Max Jacob, Blaise Cendrars gibi dönemin önde gelen edebiyatçıları dergiye yazılar yazmaktadır. Marcel Proust dergiye 12 sayfalık bir mektup göndererek cesaretlerinden dolayı dergi kurucularını kutlar ve abone olmak istediğini belirtir.
Littérature dergisi başlangıçta Dadacıların yayın organı gibidir. Ancak Breton’la Soupault’nun birlikte yazarak dergide yayımladıkları Les Champs Magnétiques adlı şiir, “otomatik yazı” adını verdikleri yeni bir anlatım türünün ilk örneği olarak Dadacılıktan gerçeküstücü anlayışa geçişin habercisi olur. Ertesi yıl Aragon da Feu de Joie adlı yapıtında otomatik yazı türünün bir örneğini verir. 1924’te gerçeküstü akımının öncülerinden kabul edilen birkaç yapıt (Une Vague de Rêves, Le Libertinage) daha yayımlar. Aynı yıl André Breton’un kaleme aldığı Gerçeküstücülük (Sürrealizm) Manifestosu yayımlanır. Aragon ve arkadaşları artık kendilerini bu sanat akımı içinde tanımlamaktadır. Aragon bu arada tıptan tamamen koparak edebiyata yönelmiştir, hayatını kazanmak için küçük işler yapmakta ve arka arkaya şiir kitapları ve romanlar yayımlamaktadır.
Fransa’nın 1925 yılında İspanya’yla birlikte Fas’a karşı yürüttüğü sömürgeci savaşı kabul edilemez bulan gerçeküstücüler, kendileri gibi savaşa karşı olan Fransız Komünist Partisi’ne (FKP) yakınlık duymaya başlarlar. 1927’de Aragon, André Breton ve Paul Eluard ile birlikte FKP’ye üye olur. Bu sırada Louis Aragon özel hayatında fırtınalı günler geçirmektedir, 1928 yılında sona eren bir aşk ilişkisinin acısıyla intihara kalkışır. Aynı yıl, yaşamı boyunca büyük bir aşkla bağlanacağı ve adına onlarca şiir yazacağı Elsa Triolet ile tanışır.
Elsa Triolet o sırada Rusçada üç kitabı yayımlanmış olan, Paris’te de entelektüel çevre içinde bulunan Moskova doğumlu bir yazardır. Aynı zamanda ünlü şair Mayakovski’nin sevgilisi Lili Brik’in kız kardeşidir. Elsa Triolet ve Aragon, bir araya geldikleri 1928 yılından Elsa’nın 1970’te ölümüne dek, gerek politik gerek sanatsal faaliyetlerinde hep omuz omuza hareket ederek ayrılmaz bir çift oluştururlar. Elsa da bu süre boyunca kendi edebî çalışmalarını sürdürmüş ve 1944’te, üstelik Gestapo tarafından aranır ve sahte isimlerle yaşamlarını sürdürürken yayımladığı İlk Namus Lekesi 200 Franka Mal Oldu başlıklı romanıyla Fransa’nın en büyük edebiyat ödülü olan Goncourt Ödülü’nü kazanan ilk kadın olmuştur.
1920’lerin sonu 30’ların başında gerçeküstücü akım içinde devrimci ideal, idealizm eleştirisi gibi politik konularda fikir ayrılıkları oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde Aragon’un yavaş yavaş bu çevreden uzaklaşmaya başladığı söylenebilir. 1930’da Sovyetler Birliği’nin Harkov kentinde düzenlenen Uluslararası Devrimci Yazarlar Kongresi’ne katılan Aragon, oradan şiirin toplumsalcılıktan beslenmesi gerektiği görüşüyle döner. André Breton 1929’da Gerçeküstücülüğün İkinci Manifestosu’nu yayımlar. Aragon manifestonun tüm içeriğine katılmasa da Breton’un görüşlerini savunduğu için komünist partiden 9 aylığına uzaklaştırılır. Aragon’un gerçeküstücü çevresiyle komünist angajmanı arasında kaldığı bir dönemdir bu.
1931’de yayımladığı Le Front Rouge şiiri yüzünden Aragon hakkında anarşist propagandadan soruşturma açılır. Breton arkadaşını savunmak için “Aragon Davası” başlıklı bir yazı yayımlar, 300 aydın bu yazıya imza verir. Fakat Breton’un FKP yayın organı L’Humanité ile girdiği bir polemik Aragon’un gerçeküstücülerle arasının iyice açılmasına neden olur. Yine aynı yıl yayımladığı Persécuté Persécuteur yapıtındaki şiirlerde gerçeküstücü biçemle toplumcu özü bir araya getirmeye çalışır. Bu çabasının örnekleri aslında ileriki yapıtlarında da görülecektir, fakat bir sanat/edebiyat anlayışı olarak gerçeküstücü akımdan 1932 yılında ayrılır.
1933’te Aragon’un FKP yayın organı L’Humanité ile işbirliği başlar. Bu tarihten sonra Aragon uzun süre partinin yayın organlarında önemli görevler üstlenecek, militan bir yazar olma uğraşı içine girecektir. 1933’ün sonunda Paul Nizan ile birlikte Commune dergisinin sekreteri olur. Yine 1933 yılında André Malraux ile birlikte Gorki’nin başkanlığını yaptığı 1. Sovyet Yazarları Kongresi için Moskova’ya gider. Bu kongrede kabul edilen sosyalist gerçekçilik yaklaşımını Aragon da benimser. Şubat 1934’te Paris’teki büyük işçi gösterilerini izler ve gazete yazıları kaleme alır.
1934’te sosyalist gerçekçilik anlayışına dayalı bir roman dizisine başlar. Gerçek Dünya üstbaşlığını koyduğu bu dizi, Basel’in Çanları (1934), Kibar Semtler (1936), Les Voyageurs de l’Impériale (1942), Aurélien (1944) ve altı cilt olarak yayımlanan Les Communistes (1949) romanlarını içermektedir. Bu romanların ilk üçü Birinci Dünya Savaşı öncesinden İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan dönemin toplumsal panoramasını vermeyi amaçlar, son ikisi ise İkinci Dünya Savaşı yıllarını ve Direniş hareketini konu alır. Bu romanlarda Aragon’un siyasal görüşleri iyice belirginleşmiştir. Kibar Semtler romanı Renaudot edebiyat ödülünü alır. Bazı eleştirmenlere göre bu dizinin ilk romanları sosyalist gerçekçi edebiyat anlayışının Fransa’daki ilk örnekleridir. Bu sırada Aragon sürekli seyahat etmeyi, yazar buluşmalarına katılmayı sürdürmektedir.
İkinci Dünya Savaşı gelip çatmıştır, Aragon 1939’da silah altına alınarak cephede yardımcı hekim olarak görevlendirilir. 26 Eylül 1939’da Bakanlar Kurulu’nun kararıyla FKP kapatılır. Almanya’nın 1940’ta Fransa’yı işgaliyle birlikte Aragon Direniş örgütüne katılır, bu hareket içinde sağlık işlerini örgütler. Elsa ile birlikte bir süre işgal altında olmayan güney bölgesinde kaldıktan sonra, yeraltına çekilmiş FKP üyeleriyle irtibata geçerek 1941 Haziran’ında Paris’e gelmeye çalışırlar. Amaçları yazarları, sanatçıları, aydınları faşizme karşı mücadelede birleştirmek için çaba göstermektir. Sınırdan geçerken Almanlar tarafından durdurularak tutuklanırlar. Ertesi ay serbest bırakılır ve Paris’e gelirler. Aragon önce 1941 yılında Ulusal Yazarlar Komitesi’nin kuruluşunda, sonra Ekim 1942’de ilk sayısı yayımlanan yeraltı dergisi Les Lettres Françaises’in kuruluşunda yer alır.
Direniş hareketi içinde geçirdiği dönemde halk şiiriyle, yerel kaynaklarla, geleneksel söz sanatlarıyla ilgilenmeye başlar. Sonraki yapıtlarında bu ilginin izleri görülür, şiirlerinde bu doğrultuda yeni biçemler dener. Romana yöneldiği yedi yıllık bir aranın ardından yeni şiir kitabı 1941 tarihli Le Crève-Cœur yayımlanır. Ardından 1942’de Elsa’nın Gözleri, 1944’te en bilinen şiirlerinden Mutlu Aşk Yoktur’un yer aldığı La Diane Française gelir.
Bu arada kişisel yaşamında ölüm acılarıyla sarsılmaktadır. Mart 1942’de annesi ölür. Aragon annesine duyduğu derin sevgiyi anlattığı Marguerite adlı bir şiir yazar. Aydın örgütlenmesinde birlikte çalıştığı dostları Georges Politzer, Jacques Decour, Jacques Solomon, Mayıs 1942’de Almanlar tarafından kurşuna dizilir. 1944 yılında Gestapo, Elsa Triolet için tutuklama kararı çıkarır. Aragon ve Elsa sahte isimlerle savaşın sonuna dek kaçak bir yaşantı sürerler.
Savaşın ardından Aragon sanatsal ve politik faaliyetlerini hız kesmeden sürdürür. 1953’te Les Lettres Françaises’in başına geçer ve bu görevi derginin kapandığı 1972 yılına kadar sürdürür. Aynı dönemde Sovyet yazarlarının Fransa’ya tanıtılması işine girişir. Gallimard yayınevinde Sovyet yazarlarının çevrilip yayımlandığı bir dizi yönetir. 1955 yılında “Sovyet Yazınları” (Littératures Soviétiques), 1956 yılında ise “Sovyet Yazınlarına Giriş” (Introduction aux Littératures Soviétiques) başlıklı denemelerini yayımlar. Bu çalışmaları ile 1957’de Lenin Barış Ödülü’nü alır.
1956 yılında pek çok eleştirmenin Aragon’un şiirinde bir dönüm noktası olarak gördüğü Le Roman Inachevé’yi, ardından roman tekniği açısından yeni denemelere giriştiği La Semaine Sainte’i yayımlar. 1960’lı yıllar da Aragon açısından üretkenlikle geçer. 1963’te Elsa’nın Mecnunu, 1965’te Stalin dönemine ilişkin düşüncelerini barındıran La Mise à Mort, 1967’de sinema dilinin olanaklarından yararlanarak yeni bir roman dili geliştirmeye çalıştığı Blanche ou l’oubli yayımlanır. Kısacası Aragon sanatta arayışlarını, denemelerini sürdürmekte, sürekli kendini yenilemeye çalışmaktadır.
Diğer yandan politik faaliyetleri de sürmektedir. Elsa Triolet, François Mauriac ve Simone de Beauvoir’la birlikte Vietnam savaşına karşı çıkan bir imza metni yayımlar. FKP’nin mesafeli duruşuna karşın 68 Mayıs olaylarında öğrencilerin yanında yer alır. Les Lettres Françaises’de bir öğrenciler özel sayısı hazırlar. Barikatlara ve meydanlara gider, bir eylemde dönemin öğrenci lideri Daniel Cohn-Bendit’nin kendisine uzattığı hoparlörü alarak bir konuşma yapar. FKP ile giderek derinleşen görüş ayrılıkları yaşamaktadır. Sovyet birliklerinin Çekoslovakya’ya girişini eleştiren yazısı Sovyet yazarları tarafından tepkiyle karşılanır ve Les Lettres Françaises 1969’da SSCB’de yasaklanır.
Elsa Triolet 16 Haziran 1970’te hayata gözlerini yumar. Bu ömürlük birliktelikte ilk gidenin hep kendisi olacağını düşünmüş olan Aragon için bu ölüm son derece sarsıcı olur. Yine de çalışmaya, üretmeye devam eder. 1971’de edebiyat ile resim sanatının iç içe geçtiği bir roman olan Henri Matisse, roman adlı yapıtını yayımlar. Aslında Aragon 1941’de, Elsa Triolet ile birlikte Nazi işgali altındaki bölgeden kaçarak Nice’e geldiğinde büyük ressam Henri Matisse ile tanışmış, dost olmuş ve Matisse hakkında bir kitap yazmaya o dönemde karar vermiştir ama bu tasarısını ancak yıllar sonra gerçekleştirir.
Aragon bu dönemde Les Lettres Françaises’in sütunlarında çağdaş sanat akımlarını, yeniliklerini desteklemekte, sinemanın gelişimini izlemekte, genç edebiyatçıların kamuoyuna tanıtılması için çaba göstermektedir. Ancak FKP 1972 yılında Les Lettres Françaises’i finanse etmekten vazgeçer. Dergi “Bir Gazete Nasıl Ölür” başlıklı bir son sayı yayımlar. Aragon bu sayıda yazdığı Veda Valsi başlıklı metinde politik geçmişine dair kimi özeleştiriler dile getirir.
1973’te yakın dostları Pablo Picasso ve Pablo Neruda’nın ölümleriyle sarsılır. 1970’li yıllarda Aragon önceki dönemlerinden farklı bir kamusal kimlik sergiler. Televizyona çıktığı programlara, L’Humanité bayramına yüzüne bazen beyaz bazen kırmızı bir maske takarak katılır. Provokatif konuşmalar yapar. Eşcinsel ilişkiler yaşar. 1974’te yaşlılık, yaşam ve ölüm üzerine düşündüğü son eseri Théâtre/Roman’ı yayımlar. Kendisinin ve Elsa’nın bütün özel arşivini, kişisel mektupları, elyazmalarını ve tüm belgeleri Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi’ne (CNRS) bağışlar. 24 Aralık 1982’de Paris’te ölür ve Elsa’nın yanına defnedilir.
Geriye toplumsal sorunlardan bireyin iç dünyasına, isyan ve direnişten aşk ve erotizme kadar çok geniş bir izlek yelpazesinde kaleme alınmış dev bir külliyat kalır. Aragon zengin imgelerle dolu, ritmi ve kafiyeyi önemseyen, coşkulu şiirleriyle Fransız şiirinin yirminci yüzyıldaki en önemli ve en çok okunan ozanlarından biri olmuştur. Aynı zamanda Fransa’nın şiirleri en çok bestelenmiş şairidir. Yirminci yüzyılın fırtınalı tarihi içinden, değişmekten, denemekten ve her daim korkusuzca kendi sözünü söylemekten çekinmeyen, inançlarının ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeyi bilmiş, alkışlanmayı olduğu kadar eleştirilmeyi de göze almış bir büyük sanatçı olarak geçmiştir.