Modern Rus edebiyatının kurucusu ve Rus dilinin en büyük şairi olarak kabul edilen Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1799 yılında soylu bir ailede dünyaya geldi. Erken eğitimini evde, Fransız öğretmenlerden aldı. Batı kültürünü ve edebiyatını öğrenerek, bu arada çok sevdiği dadısından Rus halk hikâyeleri dinleyerek büyüdü. İlk şiirini 15 yaşında yayınladı.
Puşkin dönemin Avrupa’sını derinden etkileyen aydınlanmacı, devrimci fikirlerle çocuk denecek yaşta tanışmıştı. Liseyi bitirdikten sonra Petersburg’un canlı ve gürültülü, entelektüel gençlik kültürüne daldı. 1820’de yerleşik edebî kalıpları ihlal eden ilk uzun şiiri “Ruslan ve Ludmila” ile büyük övgü topladı. Siyasi dizeleri elden ele dolaşmaya başlayınca, Çar I. Aleksandr’ın emriyle başkentten uzak bir güney iline sürüldü. Kafkas Esiri ve Bahçesaray Çeşmesi başlıklı manzum anlatıları, Kafkasya ve Kırım’da geçirdiği sürgün yıllarında yazılmıştır.
1820’lerin romantik, özgürlüksever kuşağı Puşkin’e ne kadar değer veriyorsa iktidar da bu durumdan o denli hoşnutsuzdu. 1824’te tekrar sürgüne, bu kez ailesinin Mihailovskoye’deki yurtluğuna gönderildi. Burada çağdaş Rus toplumunu konu alan manzum romanı Yevgeni Onegin üzerinde çalışmaya başladı; 1825’te ilk manzum oyunu Boris Godunov’u tamamladı. 1826’da Çar I. Nikolay tarafından affedilerek Moskova’ya dönmesine izin verildi. Çarın yetkilerini sınırlandırmak isteyen Dekabristlerin ayaklanması bastırılmış ve liderleri idam edilmişti. İsyancılar arasında yakın dostları da bulunan Puşkin, zorunlu çalışmaya gönderilenler için “Sibirya Madenlerinin Derinliklerinde” şiirini yazdı.
Puşkin bu dönemde anne tarafından büyük büyükbabası olan Abram Hannibal’in hayatını konu alan yeni bir romana başladı. Abram Hannibal önce Osmanlı sarayına, oradan da Büyük Petro’ya hediye edilen Orta Afrikalı bir köleydi. Petro tarafından askerî mühendislik tahsili için Fransa’ya gönderildikten sonra zekâsıyla sivrilerek generalliğe kadar yükselmişti. Puşkin bu ilginç romanı ne yazık ki tamamlayamadı.
1829 yılındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola çıkarak Erzurum’a kadar geldi ve izlenimlerini Erzurum Yolculuğu’nda anlattı. 1831’de yüksek sosyeteden Natalya Gonçarova ile evlenerek Petersburg’a taşındı. Aynı yıl düzyazı sanatına yeni boyutlar kazandıran Biyelkin Hikâyeleri yayınlandı. Puşkin’in dehasının tam bu dönemde zirveye ulaştığı; 1829-1836 arasında yazdığı eserlerin neredeyse her birinin Rus edebiyat tarihinde yeni bir sayfa açtığı kabul edilmektedir. Yordam Edebiyat’ın “Bir Solukta Klasikler” dizisi için yayına hazırladığımız Dubrovski, Maça Kızı ve Puşkin’in zamansız vedası nedeniyle tamamlayamadığı Mısır Geceleri de yine bu dönemde kaleme alınmıştır.
1833’te, üzerinde yıllarca çalıştığı ve bölümler halinde tefrika edilen Yevgeni Onegin kitaplaştırıldı. Siyasi içeriği ve vazettiği başkaldırı ruhuyla Rusya’nın gelecek devrimci kuşaklarını da etkileyecek olan ünlü şiiri “Bronz Atlı”, sansür nedeniyle ancak ölümünden sonra ortaya çıkabildi. 1836’da Sovremennik (Çağdaş) dergisinin editörlüğünü üstlendi; burada tarihî romanı Yüzbaşının Kızı’nı yayınladı. Yazarlık kariyerinin başında olan Gogol ile tanıştıktan sonra onun en büyük destekçilerinden biri oldu. Aynı dergide genç yazarın kısa öykülerinden bazılarına yer verdi.
1837 kışında, eşi Natalya hakkında çıkan dedikodular yüzünden düello etmeye mecbur kaldı. Petersburg’daki düelloda ölümcül şekilde yaralandı ve iki gün sonra hayatını kaybetti. Halkın tepkisinden korkan çar, Puşkin’in naaşının başkentten gizlice çıkarılmasını emretti. Cenazesi aile çiftliğinin bulunduğu köyün yakınlarındaki bir manastırda toprağa verildi. Puşkin’in genç yaşta ölümüne sebep olan düellonun, etkili düşmanları tarafından kurulmuş bir tuzak ya da provokasyon olma ihtimali de vardır.
Puşkin, Avrupalı bir romantik olduğu kadar bir Rus gerçekçisiydi. Edebiyat dilini kullanımındaki sadeliği ve derinliğiyle, Gogol, Turgenyev, Gonçarov ve Tolstoy gibi yazarları etkilemiş; 19. yüzyılın ortalarında Rus gerçekçi romanına giden yolu açmıştır. Sadece edebiyata değil, Rus müziğine de verimli bir zemin hazırladı. Çaykovski, Stravinski, Rahmaninov, Rimski-Korsakov, Glinka ve Mussorgski tarafından bestelenen çeşitli operalara eserleriyle ilham verdi.
Eleştirmen Grigoryev, Puşkin’den başlayıp Dostoyevski’de sona ermek üzere, Rusya’nın en büyük yazarlarının ideolojik evrimini, “köklere inmek” ya da yerli toprağa bir dönüş olarak yorumlar. Öte yandan söz konusu külliyatın evrensel boyutları da göz ardı edilemez. Dostoyevski, Puşkin üzerine yaptığı ünlü konuşmasında, yazarın dehasının bütün insanlığı içine alan bir kaplamı olduğundan söz etmiştir:
Puşkin’in göğsünde kendi ulusunun yanı sıra yabancı ulusların da yüreği çarpardı. Puşkin, hiç olmazsa sanat alanında, Rus bilincinin bu evrensel eğilimini açığa vurdu. ... ömrü daha uzun olsaydı, kimbilir daha nice coşkun, ölümsüz tipler yaratacak, Avrupalı kardeşlerimiz de Rus olmanın ne demek olduğunu anlayabileceklerdi. ... Puşkin en olgun, en güçlü çağında öldü. Öldü, mezarına büyük bir sır götürdü. Şimdi biz, onsuz, onun kutsal sırrını çözmeye çalışıyoruz.