Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

19. Yüzyıl Büyük Rus Romanının Üzerinde Yükseldiği Toprak

     Çevirmenimiz Nuri Yıldırım'ın bu makalesi "Tuncer Bulutay'a Armağan" kitabı içinde (Mülkiyeliler Birliği Yayınları, 2015) yayımlanmıştır. Rus edebiyatı hakkında etraflı bilgi ve yorumlar içeren bu uzun metni edebiyatseverlerin dikkatine sunuyoruz.

   

     Değerli Hocamız Tuncer Bulutay’ın şiir ve edebiyat sevgisini, özellikle Rus klasiklerine düşkünlüğünü onun tüm öğrencileri ve arkadaşları yakından bilir. Öğrenciliğimiz sırasında hocamızın sık sık bizlere, “Rus klasiklerini okuyun!”, “Dostoyevski, Tolstoy okuyun!”, “Ben onlardan çok şey öğrendim!” diye öğüt verdiğini, bu romanların sadece roman olmadıklarını, onları birer bilimsel eser olarak görmemiz gerektiğini söylerdi. Tuncer Hocanın yine, bir toplumda belli sınırlı bir zaman dilimi içinde bu kadar çok sayıda dev romancının nasıl  ortaya çıktığı,  hangi tarihsel koşulların buu sağladığı sorusunu sık sık sorduğunu ve bu olayı 1920 ve 1930’larda Moritz Schlick etrafında oluşan felsefeciler topluluğu  “Viyana Çevresi” olayına benzettiğini biliyoruz. Gerçekten çeyrek asır (Rus realist romanının altın çağı 1855-1880 dönemi olarak tanımlanır) gibi kısa bir dönemde bu kadar çok sayıda dünya çapında yazarın ortaya çıkması bir mucize midir? Yoksa çeşitli etkenlerle bir ölçüde izah edilebilir bir olay mıdır? Bu yazımda rus edebiyat tarihi alanında Rusça  ve İngilizce dillerinde yazılmış geniş literatüre dayanarak 19. yüzyıl Rus edebiyatının kökleri üzerinde duracağım. Meslekten olmayan, Rus edebiyatı hayranı bir amatörün böylesine çetrefilli bir konuda söz söylemesinin fazla cesurca ve riskli bir davranış olduğunun farkındayım. Ancak, başvuru kaynaklarımın konunun klasikleşmiş, güvenilir kaynakları arasından seçilmiş olmasının bu riski önemli ölçüde azaltacağına inanıyorum.

     Metnin okuma akışını bozmamak için kaynaklara yapılan göndermeleri en az düzeyde tuttum. Bu yazı metin sonunda gösterilen kaynakların bir özeti olarak görülmelidir. 

     Rus edebiyatı geç ortaya çıkmış, çok genç bir edebiyattır. Bunun bir nedeni Rusların millet olarak tarih sahnesine geç çıkmaları olabilir, ancak asıl neden Rusların, ortodoks Hristiyanlığı seçerek Katolik Avrupa yerine Bizans ile ilişkiye girmeyi tercih etmelerinde yatmaktadır. Asırlar boyunca Rusya Avrupaya yabancı kaldı, Rönesanstan etkilenmedi. Doğu Slav kavimlerini ifade etmek üzere kullanılan “Russkaya zemlya” (Rus toprağı – vatanı) sözcüğü ilk kez MS 852 yılına ait vakayinamelerde  geçmektedir (Kuleşov, 1989, s. 15). Ortodoks Hristiyanlık (MS 988) öncesi pagan dönemde Slav kavimler henüz yazıya geçmemişti. Edebiyatları tamamen sözlü edebiyattan ve folklorden oluşuyordu. Bizans tarafından Büyük Moravya’ya görevli olarak gönderilen Selanikli Kirill  (Cyril, 826-869) ve Mefodi (Methodius, 815-885) kardeşler 9. yüzyılda yeni alfabelerini Slav kavimleri arasında yaydılar. Bizans kilisesi, 10.yüzyılın sonlarından itibaren dini metinleri Slavların o zamanki edebiyat dilleri olan kadim kilise Slavyancası ‘Slavonca’ya yoğun bir şekilde çevirtiyordu. Dini metinlerin ve duaların orijinal (Yunanca) dilde değil de Slavyanca olması, Rus din adamlarının eski Yunancayı öğrenmemelerine, dolayısıyla da seküler Yunan edebiyatı ve Hristiyanlık-öncesi Yunan klasikleri ile tanışamamalarına sebep oldu ve bu yüzden Constantinople’deki yüksek hümanizma geleneği Rusya’ya taşınamadı (Mirsky, 1958, s. 4, Bortnes, 1992, s. 5). Ancak, aşağıda değinileceği üzere, dinin ana dil üzerinden yaşanması Slavların kültürel gelişimine uzun dönemde çok büyük olumlu etkiler yapacaktır.

     Modern Rus edebiyatının tartışmasız kurucusu şair, bilim adamı ve dil bilimcisi Mihail Vasilyeviç Lomonosov (1711-1765)’ dur.  Lomonosov’un Almanya’da öğrenciyken 1739 yılında yazıp Saint Petersburg akademisine gönderdiği “Khotin’in zaptı kasidesi ”  adlı şiirinde geliştirdiği vezin ölçü tekniği sonraki yıllarda Rus şiirinin klasik vezin tekniği oldu (Mirsky, 1958, s.43).  Bu şiiri modern Rus edebiyatının başlangıcı sayabiliriz. Rus edebiyatının ne denli geç ortaya çıktığını anlamak için Avrupa klasikleri ile Rus başyapıtlarını zaman olarak karşılaştırmak yetecektir: Rus romanının altın çağı (1855-1880), Dante’den 550 yıl, Shakespeare ve Cervantes’den 250 yıl sonraki bir zaman dilimine denk gelmektedir. Şüphesiz bu geç kalışta iki buçuk asırdan daha uzun süren Moğol (Altın Orda) egemenliğinin (1223-1480) – Ruslar ‘Tatar-Moğol istilası’ olarak adlandırır- Rus kültürü üzerindeki yıkıcı etkisi büyük bir rol oynamıştır.

Yazının devamını okumak için lütfen tıklayın...



Kapat