Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Gonçarov’un gözünden 19.yy Rusya’sı: 'Yalıyar'

Oblomov’un “ölümcül rahatlığı”nın ardından İvan Gonçarov’un yaklaşık yirmi yıl boyunca emek vererek kaleme aldığı romanı Yalıyar, Nuri Yıldırım’ın Rusça aslından çevirisi ve önsözüyle Yordam Edebiyat tarafından geçtiğimiz ekim ayında yayımlandı.

19. yüzyıl Rus romanının düşünsel ve biçimsel dönüşümüne açılan güçlü bir kapı niteliği taşıyan Yalıyar, serflik sonrası Rus toplumuna tutulan eleştirel aynayı, taşra yaşamının sessiz dehlizlerini ve kadın karakterler üzerinden kurulan bir “ihtiraslar ansiklopedisini” gözler önüne seriyor.

Yıldırım ile yaptığımız bu söyleşide Rayski’nin tereddütle örülmüş iç dünyasıyla Vera’nın kararlı bakışını, Petersburg’un curcunasından Malinovka’nın dinginliğine uzanan karşıtlığı ayrıntılarıyla tartışıyor; Gonçarov’un edebî evrenine içeriden bir bakış sunmaya çalışıyoruz.

Daha önce “Oblomov”u Türkçe’ye kazandırdınız; şimdi ise İvan Gonçarov’un yazımı yaklaşık yirmi yıl süren son romanı Yalıyar'ı (Obrıv) yine Rusça aslından çevirdiniz. Bu iki eser arasında Gonçarov’un düşünsel serüveni açısından nasıl bir bağ görüyorsunuz? Sizi Yalıyar'ı çevirmeye yönelten başlıca etkenler nelerdi?

Rus toprak köleliği düzeninin (serfliğin) çöküş süreci, Gonçarov’un her üç romanının da ana temasıdır ve Yeğen Aduyev, Oblomov ve Rayski — üç ana karakter — aynı kaderi, yazar Korolenko’nun deyişiyle, “can çekişen sineğin kaderini” paylaşmaktadırlar. Fakat 1860 Rusya’sının fırtınalı, çalkantılı entelektüel ortamı; nihilizm, “yeni insan”, kadın hakları tartışmaları ve toplumsal sorunlara odaklı, çok karakterli, karmaşık olay örgüsüne sahip yeni roman anlayışı Gonçarov’u da etkilemiştir.

Dolayısıyla, yeni roman anlayışına göre yazılan Yalıyar’da, Oblomov’dan farklı olarak güncel toplumsal sorunlara oldukça geniş yer verilmiş; ahlak, dürüstlük, inanç konuları, kadın-erkek ilişkileri ve ihtiras (aşk) türleri ele alınmıştır. Tartışılan konular bugün de güncelliğini korumaktadır. Gonçarov, tutumunu her zaman açık ve net bir şekilde ortaya koymasa da, sık sık kahramanı Rayski’nin ağzından güncel meseleler üzerine yorumlarda bulunur.

Yalıyar’ı niçin çevirdiğime gelince, bir kere, Oblomov gibi muazzam bir başyapıtın yazarının yazdığı her şey çevrilmeyi hak eder. Kaldı ki Yalıyar çeşitli kereler anketlerde “dünyanın en büyük 100 romanı” listesine girmiş bir eserdir. 19. yüzyıl Rus psikolojik nesrinin parlak örneklerinden biridir. Başta babuşka olmak üzere unutulmaz kadın karakterleriyle, yer yer Gogol mizahı ile süslenmiş pasajlarıyla, ince güncel yaşam ayrıntılarıyla Yalıyar okunması gereken Rus klasiklerinin ilk sıralarında yer almaktadır.

‘Zıt kutupların fikir tarışması’

Yalıyar'ı henüz okuma fırsatı bulamamış okurlar için bize romanın genel yapısından söz eder misiniz? Anlatı birinci ciltte ve devamında hangi olaylar, izlekler ve karakter çatışmaları etrafında gelişiyor?

Yalıyar, tek ciltlik bir romandır; ancak pratik saiklerle Yordam Edebiyat tarafından iki cilt olarak yayımlanmıştır. Romanın çatısını Gonçarov, daha 1849 yılında kafasında kurmuştu. Sanat yeteneği olan, fakat tembel, sebatsız, başladığı her işi yarım bırakan “lüzumsuz adam” karakteri Rayski, romanın esas kahramanıdır. Rayski’nin babadan kalma yurtluğunu yöneten, istikrarın ve güvenin simgesi Babuşka (nine) ile Rus toplumunun ataletten silkinip uyanışını temsil eden genç ve güzel Vera, diğer iki ana karakterdir.

Oblomov’da Olga nasıl toplumdan dışlanmış Oblomov’dan “yeni bir insan” yaratmaya çalıştıysa, Yalıyar’da da Vera, herkesin nefret ettiği, yapayalnız Mark’ı eğiterek, aşkıyla etkileyerek onu “yeni bir Mark”a dönüştürmeye çalışır.

Başlangıçta Mark, dik başlılığı ve amirlerine karşı gelişi nedeniyle Sibirya’ya sürgün edilecek bir memur ya da öğretmen karakteri olarak tasarlanmıştı. Vera, Mark’a âşık olacak ve Dekabrist eşleri gibi onun peşinden Sibirya’ya gidecekti. Ancak 1860’ların başında nihilizm, “yeni insan” ve kadının kurtuluşu tartışmaları başlayınca, Gonçarov planında köklü değişiklikler yaptı; romanını bu güncel tartışmalara açtı. Mark’ı, kaba saba, karikatürleştirilmiş bir ateist, materyalist ve nihilist tip olarak çizdi. Onu Vera’nın zıddı konumuna yerleştirerek ikisi arasında fikrî çatışmalar kurdu.

Oblomov’da Olga nasıl toplumdan dışlanmış Oblomov’dan yeni bir insan yaratmaya çalıştıysa, Yalıyar’da da Vera, herkesin dışladığı Mark’ı değiştirmeye çalıştı. Ancak Vera’nın gayreti de tıpkı Olga’nınki gibi boşa gitti. Zira Merejkovski’nin de belirttiği gibi, “bayağı ve sıradan olanın (poşlost), temiz kalplilik, aşk ve idealizm karşısında galip gelmesi” Gonçarov’a göre hayatın temel tragedyasıydı.

1860’lardaki yeni insan, kadın erkek ilişkileri tartışmalarında aşkın rolünü sınırlandırma, onun yerine başka duygular koyma eğilimine şiddetle karşı çıkan Gonçarov aşkın her türlü eylemin, insan davranışının bazen motifi, bazen amacı olduğunu söyleyerek Yalıyar’da akla gelebilecek tüm aşk (kendisi aşk sözcüğü yerine çoğunlukla ihtiras sözcüğünü kullnıyordu) türlerini ele aldı, eser âdeta bir “ihtiraslar destanı”na ya da “ihtiraslar ansiklopedisi”ne dönüştü. Şıp sevdi Rayski şansını Nataşa’da, Sofya’da ve Marfenka’da denedikten sonra aradığı ideal tipi Vera’da bulur.

Onun Vera’ya duyduğu ihtiras kadın güzelliğini ve aşkı mitleştirilen bir aşk iken, Tuşin’in Vera’ya aşkı derin, insani, sağduyuya ve güvene dayalı bir aşktır. Kozlov’un, vefasız karısına karşı duyduğu ihtiras bilinçsiz, kör bir ihtiras, Mujik Saveliy’in şehvet düşkünü karısı Marina’ya karşı duyduğu ihtiras ise vahşi, hayvani, ama inatçı, sarsılmaz bir ihtirastır.

Soğuk bir mermer heykeli andıran güzel Belovodova’nın ve saf Marfenka’nın aşklarında ise ihtirasın izine bile rastlanmaz. Marfenka ile Vikentyev’in aşkı ihtirassız, idil tarzı bir aşk, babuşkanın gençliğinde Tit Nikonıç’la yaşadığı aşk ise şövalye tarzı bir aşktır. Tüm bu aşk türleri romanda antik Yunan ve Roma dönemlerine atıfla tasvir edilmiş, Tanrıça Vesta’ya, Mısır tanrıçası İzida’ya, Slav mitolojisindeki denizkızına gönderme yapılmıştır.

Roman, Vera’nın korkunç bir gecede Yalıyar’ın dibinde bir yanlış anlama sonucu kendini Mark’ın kollarına bırakması, sonra hem babuşka hem Vera için bu “düşüş”ün ardından gelen zor günlerle devam etmektedir. Tıpkı Ştoltz’un Oblomov’dan ayrılan Olga’ya destek olması gibi iş adamı Tuşin de Vera’ya destek olacak ve muhtemelen, Vera evet derse onunla evlenecektir.

Romanda ele alınan başka bir konu Petersburg-taşra karşılaştırmasıdır. Genç Rayski Petersburg’da yaşarken başkentte “…ergin insanların, Rusya’nın geri kalan bölgelerinin tamamında ise acemi çaylakların yaşadığına” inanıyor, taşrayı insanların yaşamayıp sadece bitki gibi boy attıkları ve sessizce soldukları, en ufak bir irade kırıntısının görülmediği bir yer olarak hayal ediyordu.

Oysa taşrada küçük Malinovka yurtluğunda bir yaz geçirdikten sonra şöyle diyecekti: “Aman Tanrım! Bu kuytu köşecikte kendimi birdenbire bu tür dramların, bu tür tiplerin ortasında bulacağım hiç aklıma gelir miydi? Sıradan, basit bir hayat, tüm çıplak gerçekliğiyle, özünde, nasıl da uçsuz bucaksız, nasıl da trajik olabiliyor…” Böylece romanda başkent-taşra zıtlığı okuyucuyu şaşırtacak şekilde yer değiştirmekte, asıl heyecanın, ihtirasın taşrada yaşandığı, Petersburg’da ise aylaklığın, dedikodunun, boş konuşmaların kol gezdiği vurgulanmaktadır.

Romanın başkarakteri Boris Rayski’nin roman yazma arzusu, yaratma dürtüsüyle iç içe geçmiş derin bir zihinsel faaliyete dönüşüyor; ancak bu arzu bir türlü somut bir üretime evrilmiyor. Sürekli erteleyen, şüphe eden, kararsız kalan Rayski’nin bu hâli sizce yalnızca bireysel bir zayıflık mı, yoksa Gonçarov’un sanatçının toplumsal bağlamdaki yerini ve yalnızlığını tartışmaya açtığı daha geniş bir sorgulamanın parçası mı?

Karakterlerle karşı karşıya

Gonçarov’un Üçlemesi’nde her üç başkahraman — genç Yeğen Aduyev, Oblomov ve Rayski — farklı anlamlarda birer “lüzumsuz adam” tipidir. Yalıyar’da vurgulanan ana temalardan biri, sanatçının emek harcamadan, alın teri dökmeden, yalnızca doğuştan gelen tanrı vergisi yeteneğine güvenerek büyük işler başaramayacağıdır. Sanat tarihi mezarlığı, bu tür Rayski benzeri tiplerle doludur.

Başkarakterlerin böyle seçilmesi bir rastlantı değil; Gonçarov’un, bu eserlerinde esas tema olarak can çekişen serflik düzenini ele almak istemesiyle ilgilidir. Öte yandan, romanda bıkıp usanmadan eskiz çizen, nota çalışan ve sonunda başarıya ulaşan pek çok sanatçı örneği de verilmektedir. Dolayısıyla Gonçarov’un, “lüzumsuz adam” tipinin sanatta, öteki dallara kıyasla daha yaygın olduğunu söylemek istediğini sanmıyorum.

Yalıyar’da her kadın karakter, romanın genel planına göre farklı bir amaç için tasarlanmıştır. Müthiş canlı çizilmiş olmalarının dışında ortak bir yönleri yoktur.

Gonçarov, “Hiç olmamasındansa geç olması daha iyidir” adlı makalesinde (1878) Rayski için şöyle yazıyordu:

Artistik bir mizacı var, hassas, kavrayışlı biri; doğuştan gelen güçlü yetenekleri var, fakat yine de Oblomov’un oğlu işte! Çırpındı durdu, oraya buraya koşuşturdu ve nihayet Tanrı vergisi yeteneğine güvenerek aceleyle sanat alanına — resme, şiire ve heykelciliğe — daldı. Ne var ki, aynı ‘Oblomovşçina’ (Oblomovculuk), ayaklara bağlanan gülle gibi burada da onu geriye doğru çekip duruyor.

Bir başka dikkat çekici nokta da Gonçarov’un, bir anlatı biçimi olarak, her üç romanında da tembel, pasif, kararsız başkarakteri (Yeğen Aduyev, Oblomov ve Rayski), enerjik, ne istediğini bilen, kimi zaman acımasızlığa varan ölçüde kararlı karşıt karakterlerle yüzleştirmesidir.

‘Rayski hayatı sanat yasalarını esas alarak inşa etmeye çalışıyor’

Vera karakteri, 19. yüzyıl Rus romanında kadın imgesinin geçirdiği dönüşümün dikkat çekici yansımalarından biri. Vera’nın yanı sıra Sofya, Marfenka ve babuşka Tatyana Markovna gibi karakterleri de düşündüğümüzde, Yalıyar’da kadınlar nasıl bir temsil dünyası içinde yer alıyor? Sizce Gonçarov, özellikle Vera aracılığıyla nasıl bir kadın portresi sunuyor?

Yalıyar’da her kadın karakter, romanın genel planına göre farklı bir amaç için tasarlanmıştır. Müthiş canlı biçimde çizilmiş olmalarının dışında ortak bir yanları yoktur. Babuşka, ataerkil düzeni, güveni ve kararlılığı temsil eder; yenilikleri ve ihtirası sevmez. Torunlarına “Önce evlenin, kocanıza daha sonra âşık olursunuz” diye öğüt verir. Marfenka, yalnızca mutlu sonla biten romanlar okuyan, ihtirassız, uyumlu, çocukları seven ve ileride çok çocuk doğurmayı düşleyen ideal bir anne karakteridir.

Buz gibi soğuk Sofya ise boş kafalı, aile büyüklerinin kendisi için uygun bir eş adayı bulmalarını bekleyen, toplumsal meselelerle ilgilenmeyen sıradan bir sosyete güzelidir. Gonçarov, özgürleşmiş ve bağımsız kadın tipini temsil eden Vera karakteriyle geleneksel kadını (örneğin Marfenka’yı) çarpıştırarak “yeni insan” kavramı üzerine düşünsel bir zemin kurmaya çalışmıştır. Yüce bir ruha sahip, zeki Vera; iç ve dış güzelliği, aklın cesaretini ve gizemiyle Sofya ve Marfenka’da bulunmayan yeni bir güzelliği, yeni Rus gençliğini simgeler.

Vera, romanda kadın güzelliği konusunda kültür tarihindeki mevcut simgelerin birçoğuyla özdeşleştirilir. Mark’a âşık Vera, kimi zaman bir Murillo Madonnası (1666), kimi zaman bir Milos Venüsü olarak tasvir edilir. “Düşüş”ten sonra acı çekerek kefaret ödeyen Vera, Titian’ın Maria Magdalena (1531) tablosuna benzetilir.

Rayski, onu İsis (İzida), Vesta, denizkızı (Slav mitolojisinde kötü ruhu ve şeytani gücü temsil eder); bazen de kedi, yılan ya da mermer heykel olarak tasvir ederek mitleştirir, ona doğaüstü nitelikler atfeder. Mısır tanrıçası İsis, bazen sadık bir eş, bazen de acımasız bir büyücüdür; pelerini ise gizemi simgeler. Rayski, Vera’da bu niteliklere benzer yönler bulmaktadır. Kısacası, Rayski, 1890’ların Rus sembolistleri gibi hayatı sanatın yasaları doğrultusunda inşa etmeye çalışmaktadır. 

‘Gonçarov devrimden ürker’

Çevirmenliğinizin yanı sıra iktisatçı kimliğiniz de var. Gonçarov’un taşra hayatı ile başkent yaşamını karşılaştırdığı sahnelerde, sosyal yapıların ve üretim ilişkilerinin çehresine dair neler gözlemlediniz?

Roman başkent Petersburg’da ve Gonçarov’un memleketi Simbirsk’e yakın, Volga’nın kıyısındaki Malinovka (Ahududu Diyarı) yurtluğunda geçmektedir. Petersburg bir memur kentidir, hayatları gündüz dairede, akşamda iskambil masası etrafında, terfi, tayin dedikoduları ile geçer, yüksek maaşlı, aylak hayatıdır bu.

Gonçarov radikal düşüncelerden, devrimden ürker, ekonominin ve toplumun tedricî gelişmelerle, reformlarla dönüşeceğine, serfliğin yerini modern işletmelerin hâkim olduğu kapitalizme bırakacağına inanırdı.

Başlarda köklü ve eski bir aile olan ama artık ömrünü tamamlamış Pahotin ailesi ile tanışıyoruz. Rantiye bir aile olduğu için üretimden hiç söz edilmez, sık sık yurtluklardan, şurdan burdan  gelecek paralar konuşulur. Ancak Rayski ile Sofya’nın bitmez tükenmez tartışmalarında ekonominin, sosyal adaletin, sınıfsal sömürünün sık sık gündeme geldiğini görürüz:

“Önünüze gelen yemeğin nasıl ve nereden geldiğini bilmiyorsunuz, … on hizmetçi ağzınızı açıp bir şey istemenize fırsat vermiyor, neredeyse aklınızdan geçenleri okuyorlar… …Bu değirmenin suyunun nereden geldiğini, size bunları kimin tedarik ettiğini arada bir hiç düşünüyor musunuz? Şüphesiz, düşünmüyorsunuzdur. Kȃhyanın köyden gönderdiği para büronuza gelir, o parayı gümüş bir tepsinin içinde getirip size verirler, siz de saymadan tuvalet masanızın gözüne koyarsınız… Oysa orada (köyde) ne olup bittiğini, hamile köylü kadının cehennem sıcağında nasıl ekin biçtiğini bir bilseydiniz!”

Rayski’nin bu saldırılarına karşı Sofya “Peki ya, cousin, bu zavallılar için siz ne yapıyorsunuz?” diye sorar. Yanıt, hiçbir şey olur. Rayski yurtluğunu hâlâ eski vasisinin yönettiğini, orada ne olup bittiğininden asla haberdar olmadığını, olmak ta istemediğini söyler. Sofya, “Kâhya İvan Petroviç birtakım kâğıtlar, hesaplar getirirdi, bazen tahıldan, kötü mahsulden konuştuklarını duyardım. Ama şu köylü kadınlardan… şu çocuklardan asla söz etmezlerdi,” diye itirafta bulunur.

Gonçarov radikal düşüncelerden, devrimden ürker, ekonominin ve toplumun tedricî gelişmelerle, reformlarla dönüşeceğine, serfliğin yerini modern işletmelerin hâkim olduğu kapitalizme bırakacağına inanırdı. Oblomov’da girişimci Ştoltz karakteri, Yalıyar’da orman işletmecisi, iş adamı Tuşin karakteri serfliğin anti-tezini temsil ederler.

Tuşin şöyle anlatılır: “Evde tarım, daha çok da ekonomi yönetimi, işletme alanlarında illüstrasyonlu büyük boy kitaplar okuyordu. Orman işletmeciliği uzmanı, bilgili bir Alman çalıştırıyordu yanında, ama ona gözü kapalı teslim olmuyordu; Alman’a görüşlerini, tavsiyelerini soruyor, ancak kararları kendisi alıyor, iki kȃhyası, ekibi ve ücretli işçileri ile birlikte işi kendisi yönetiyordu.”

Babuşka’nın, Rayski’nin babadan kalma yurtluğu Malinovka’yı nasıl yönettiği romanda şöyle anlatılır: “Yurtluğu, âdeta küçük bir krallık gibi, akıllıca, ekonomik açıdan etkin bir şekilde, hesabını kitabını bilerek yönetiyordu, fakat yönetim tarzı despotçaydı, derebeylik ilkelerine sıkıca bağlıydı. Babuşka, Rayski’nin vasisinin kendi işlerine burnunu sokmasına fırsat vermedi…

Vasinin mektuplarına verdiği yanıtlarda tutanak, yazı ve belgelerin tümünün vicdanında kayıtlı olduklarını, torunu [Rayski’yi torunu sayıyordu] büyüdüğünde ona kuruşu kuruşuna hesap vereceğini ve o güne kadar da öksüzün anne ve babasının sözlü vasiyetine göre buranın tam yetkili patroniçesi olduğunu yazıyordu.”

Babuşka’nın başka ilginç bir özelliği kendi yurtluğunda, bostanında yetiştirilmiş ürünler söz konusu iken çok cömert, buna karşılık parayla satın alınmış şeylerde çok cimri olmasıydı. Bu tutum kendi yağıyla kavrulan küçük çiftçi üreticilerin psikolojisini çok iyi yansıtmaktadır.

‘Oblomovculuk tarım köleliğine özgü bir hastalıktır’

Sovyet döneminde Oblomovluk, sosyalist birey idealiyle çatışmalı bir kavram olarak yeniden tartışılmıştı. Sizce Yalıyar, bu ideolojik okumalara daha az mı, yoksa daha çok mu açık?

Oblomovşçina (Oblomovculuk) feodal topluma, serfliğe özgü bir hastalıktır. Asilzade çocukların yetiştirilme tarzları onları sonunda Oblomov yapar: “Sen iş yapma becerini ta çocukluğunda, Oblomovka’da, teyzelerinin, dadılarının, lȃlaların arasında kaybettin.

Bu süreç, çoraplarını giymekten ȃciz olduğunda başladı, yaşamaktan ȃciz hȃle gelmenle sonuçlandı!” (Oblomov, s. 495). Fakat zaman içinde bu hastalık kök salarak diğer sınıflara, entelektüellere bulaştı, Lenin’in şikâyet ettiği gibi Komünist Partisi saflarına kadar girdi.

Serflik düzeni, gerek başkenti gerekse taşrası ile, uşakları, serfleri, hizmetçileri ile Yalıyar’da müthiş bir canlılıkla, en ince ayrıntılarıyla resmedilmiştir. Serflik düzeni üstüne bu kadar derin, çok yönlü bilgiyi edinebileceğimiz Rus romanı sayısı üçü beşi geçmez.

Yalıyar, Oblomov’dan farklı olarak çok karakterli, pek çok toplumsal soruna, aşkın ve ihtirasın insan hayatındaki önemine odaklanan geniş kapsamlı bir romandır, dolayısıyla Rayski’nin sebatsız, tembel kişiliği romanın hızla dallanıp budaklanan kapsamı içinde ikinci plana düşüyor.

Yalıyar yayımlandıktan sonra en çok tartışılan şey Mark Volohov karakteri oldu, onun yeni insanı, yeni gençliği yansıtmadığı yazılıp çizildi. Gonçarov Mark’ın tüm gençliği temsil ettiğini iddia etmediğini, onun, Moskova’da ve Simbirsk’te onlarca örneğini gördüğü nihilistlerden biri olduğunu söyledi.

‘Üçlemenin doruk noktası Oblomov’dur’

Yalıyar'ı, Sıradan Bir Hikâye ve Oblomov'la birlikte bir üçlemenin doruk noktası olarak düşündüğümüzde, bu metnin sadece Gonçarov’un değil, 19. yüzyıl Rus romanının genel evrimi içinde nasıl bir yerde durduğunu düşünüyorsunuz?

Yalıyar üçlemenin son romanıdır, ama doruk noktası değildir, doruk kusursuz bir roman olan Oblomov’dur; hatta sadece üçlemenin değil, 19. yüzyıl büyük Rus romanın en önde gelen birkaç romanından biri olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz. Yalıyar 1861’de kaldırılan serflik düzeni üstüne yazılan son romanlardan biridir.

Serflik düzeni, gerek başkenti gerekse taşrası ile, uşakları, serfleri, hizmetçileri ile Yalıyar’da müthiş bir canlılıkla, en ince ayrıntılarıyla resmedilmiştir. Serflik düzeni üstüne bu kadar derin, çok yönlü bilgiyi edinebileceğimiz Rus romanı sayısı üçü beşi geçmez. Yevgeni A. Solovyov, Yalıyar yazarın zengin hayat deneyimini bir bütün halinde içermek, âdeta, onun görüşlerinin, sempati ve duygularının, kanaat ve inançlarının, yeteneğinin artistik bir ansiklopedisi olarak tasarlanmak zorundaydı ve esas olarak öyle de oldu!” demektedir.

Bir sanat ansiklopedisini andıran Yalıyar 19. yüzyıl Rus klasikleri arasındaki seçkin yerinin ilelebet koruyacaktır.

Önümüzdeki dönemde çeviri gündeminizde hangi eserler yer alıyor? Gonçarov’un üçlemesinin ilk kitabı olan Sıradan Bir Hikâyeyi de Türkçeye kazandırmayı düşünüyor musunuz?

Şu anda Herzen’in hatıraları Geçmişim ve Düşüncelerim'in üçüncü cildini çeviriyorum, sonbahara bitirmeyi planlıyorum. Seneye son cildi, yani dördüncü cildi çevireceğim. Böylece elimde bir buçuk yıllık iş var. Yeni bir eser düşünmek için henüz çok erken. Gonçarov’un 1847’de yazdığı, Batı anlamında ilk Rus romanı olarak (Ölü Canlar nesir destan, poema sayıldığı, Zamanımızın Kahramanı beş hikâyeden oluştuğu için) nitelendirilen Sıradan Bir Hikâye hâlâ çevrilmeyi bekliyor, keşke zaman bulup çevirebilsem.



Kapat