Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Anla, 100 yaşındasın!

Duygu Ergün 07.06.2024 K24

Büyüyünce ne olmak istersin?

Bir zamanlar birçoğumuzun işittiği, belki şimdilerde bir başkasına sorduğu, cevap verdiği, cevap beklediği bir soru. Bu soruya verilen yanıtlar yaşa, konjonktüre, kültürel ve siyasi ortama göre değişkenlik gösterse de, kimsenin soruyu yanıtsız bıraktığını düşünmüyorum. Peki, bugün 100 yaşını aşan Cumhuriyet’e 1923’ten bu soru sorulsaydı nasıl bir cevap alırdık?

Yordam Kitap tarafından geçtiğimiz nisan ayında yayımlanan 100 Yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti adlı kitap, yukarıdaki soruya cevap olabilecek gözlem ve çıkarımlarla Cumhuriyet’in ilk asrına panoramik bir bakış geliştiriyor. Gökhan Atılgan’ın hazırladığı, 15 yazarın kolektif emeği, farklı bakış açıları ve bu bakışlarla sergiledikleri olgular ve yaptıkları analizlerin derlemesi olan kitap, 100 yıl öncesinin amaç ve heyecanları, dolayısıyla “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna verilen yanıtları bakımından bugün ancak “solgun bir kabuğa dönüşmüş” olduğunu ifade edebileceğimiz Cumhuriyet’in geçmişini, bugününü ve dahi geleceğini analiz ediyor. 100. yılını “kendisinin tartışma konusu” olduğu bir siyasi-kültürel iklimde geçiren Cumhuriyet’in kimi kuruluşundan kaynaklanan, kimiyse günümüz koşullarının ortaya çıkardığı tüm faktörlerini teşhis ediyor. “Cumhuriyet’i savunmak ile onu yıkmak için fırsat ve zaman kollamak arasındaki çekişmeden daha geniş bir perspektifle” Cumhuriyet’in 100 yıllık sürecine bakmamıza imkân sunuyor. Bunu yaparken de maddeci tarih anlayışıyla dönüşümlerin köşe taşlarının sınıf mücadeleleriyle tayin edildiğini vurguluyor.

Padişah tebaasından Cumhuriyet yurttaşına geçiş

1923 Cumhuriyeti, “Katı olan her şeyin buharlaştığı”[1] bir ortamdaki çiy tanelerinden ummanların oluştuğu, imparatorlukların yıkıldığı, cumhuriyetlerin kurulduğu bir yüzyılda doğdu. “Padişahın tebaasından Cumhuriyetin yurttaşına”, “bütün toplumu tek kişinin sultası altında tutan bir sistemden herkesin yasa önünde eşit göründüğü” bir duruma geçişti onunki. Bu yabana atılacak bir durum değildi, ancak Cumhuriyet, “ümit ve gururun yanı sıra can alıcı eşitsizlikler ve çelişkilerle” gelmişti. Atılgan’ın ifadesiyle, “Türkiye emekçilerinin ellerinde düşmandan kurtardıkları bir ülke ve gerçek hayatta eşit olmayan insanları yurttaş kategorisinde eşitleyen bir Cumhuriyet” vardı artık: “… dövüştük pir aşkına / yaralandık birkaç kere / ve saire. Ve kavga bittiği zaman / ne çiftlik aldım, ne apartman. / Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandık / kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan.”[2]

1934'te İstanbul, Beyazıt'ta yapılan törende Yorgancılar esnafı Atatürk heykeli işlenmiş yorganla tören alanından geçerken.

“Cumhuriyet mi tartışma konusu, yoksa Cumhuriyet’in bazı özellikleri mi?” diye soran Sungur Savran, kitaptaki “Cumhuriyet Krizinin Tarihî ve Güncel Nedenleri” başlıklı makalesinde bu durumun yarattığı ikircikliği, krizin köklerini doğru formüle ederek aşabileceğimize dikkat çekiyor. Bugün halen günbegün yürüyen büyük tartışma konularının (eğitimin niteliği, kadınların konumu, kız çocuklarına bakış, Alevilerin durumu, genel olarak laiklik, din-devlet ilişkisi, vb.) Cumhuriyet’in Türkiye’de kuruluş tarzının en asli özelliklerini ilgilendirdiğini söylüyor, yani burjuva devriminin. Burjuva cumhuriyetinin ayırt edici özelliğinin biçimsel-hukuki eşitliğin gerçek hayatta devasa bir sosyo-ekonomik eşitsizlikle iç içe geçmesi olduğunu vurgulayarak sınıf eşitsizliğinin kaynağının burjuva toplumunun “eşitliliği” olduğunu belirtiyor. Bu ifadeleri biraz açarsak, kuruluşta sözü edilen “eşitlik” fikrinin, tebaadan yurttaşa dönüşen kitlelerin “alınterini insafsızca sömüren, emeğe, mülke, kamu malına ve memleket değerlerine el koyarak semiren” burjuvazi için altın tepside sunulmuş bir fırsat olduğunu, kapitalist sınıfla işçi sınıfı arasında “çıplak bir tahakküm” ilişkisi yarattığını söyleyebiliriz. Yine buradan hareketle, Savran’ın da dediği gibi, 100 yıllık burjuva cumhuriyetini, hem temsil ettiği tarihî ilerleme bakımından hem de emekçi halkla düşman yanlarıyla bir arada, yani gerçeğe sadık olarak anlatmak istiyorsak, ikincil faktörlerden önce bunu anlatarak başlamalıyız.

Sosyalist soldaki kafa karışıklıkları

1920’li ve ardından gelen yıllar Türkiye’nin belli bölgelerinde sosyal devrime sahne olurken, “Fırat’ta durmuş, ötesinde adı ‘tenkil’ olmuştur”. Bu durum “doğum lekesi” taşıyan özelliğiyle Cumhuriyet’i bugün içinden çıkılmaz bir krize dönüştüren bir başka sebeptir. Henüz Millî Mücadele yıllarında işçi sınıfının öncü gücü olarak mücadeleye katılmak için gelen Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Trabzon açıklarında katledilmesiyle başlayan süreç, “çokuluslu olma özelliği taşıyan Balkan Savaşı’ndan itibaren Türk unsur olarak gayrimüslimlere karşı girişilen” mücadelenin yarattığı çatlaklarla, “Kürdistan’da daha önce Ermenilere uygulanan mezalime paralel bir süreç” yaşanmasıyla burjuva devrimi karakteri kazanmıştır. Bu eksende “Bütün burjuva devrimleri, bütün ulus-devletler, bütün burjuva cumhuriyetleri bir ulusun sorunlarını çözerken başka uluslar için felaket yaratmıştır” diyen Savran, “Budur burjuva devrimlerinin ve cumhuriyetlerinin soykırımlar, köleleştirmeler, etnik arındırmalar, koskoca halkları toprağından koparmalar yoluyla gerçekleşmesini kaçınılmaz kılan” diye de ekliyor. Bugün yaşadığımız krizlerin aslında birden fazla çözümü olduğunu söylüyor, ancak bunun en önemli ayağının burjuva cumhuriyetinin yeniden ayağa kaldırılmasında değil, şûralar cumhuriyetinin yükseltilmesinde olduğunu vurguluyor:

“Toplumun geleceğinin ne olacağı, Cumhuriyet’in mi, yoksa örneği laikliğin mi tehdit altında olduğu ancak yaşayan güçlerin, toplumsal sınıfların, başka büyük toplumsal grupların ve onların örgütlerinin karşılıklı mücadelesi sonucunda belirlenecektir.”

“Cumhuriyet’in kendisini ele vermeyen bu boz bulanık krizi”ne karşı Marksistlerin yaklaşımlarının esas belirleyici unsur olduğuna dikkat çeken Savran, bugünkü olası bir devrimin 100 yıl önce Cumhuriyet’i kuran ama artık burjuvazi tarafından zincire vurulmuş burjuva parlamentosunun yanında değil, karşısında yer alarak gerçekleşebileceğini ifade ediyor. Ancak bu konuda sosyalist solda kafa karışıklıkları olduğu eleştirisini güncelde tutarken şu soruyu soruyor: Hem burjuva devrimini ve cumhuriyetini varlık olarak tanımak hem ulusal katliam baskılara karşı çıkmak bu kadar mı zor?

“Koskoca bir yüzyılın farklı biçimlerde dönemselleştirilmesi”

“Hayat geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır” şiarıyla geçmişten aldığı eli gelecek için yükseltmeyi amaçlayan çalışma, “koskoca bir yüzyılın değişik amaçlara bağlı olarak farklı biçimlerde dönemselleştirilmesi”ne olanak sağlıyor. Savran’ın tarihten aldığı birikimleri güncelin içine alıp soğurduğu, “teorik olanla olgusal olan, ideolojik olan ile politik olan arasında mekik” dokuyarak yazdığı bu makale aynı zamanda kitabın “principio’su olarak okunabilir”. Buradan hareketle kitabın bundan sonra gelen altı makalesi Türkiye’deki burjuva devrimi ve cumhuriyetinin uğrakları üzerine. Savran’ın tarihle, aktüaliteyle, bilimle açtığı yolu Onur Acaroğlu, Ümit Akçay, Gökhan Atılgan, Göksel Aymaz, Aziz Çelik, Y. Doğan Çetinkaya, Yeşim Dinçer, Alp Yücel Kaya, Sungur Savran, Murat Sevinç, Can Soyer, Çağdaş Sümer, Taner Timur, Fatih Yaşlı, Haluk Yurtsever özenle dolduruyor. Böylece Türkiye’deki burjuva devriminin yapı taşları hukuk, hâkim sınıflar, işçi sınıfı, tarih, teori ve toplumsal izleklerin üzerinde tahlil, tespit ve tenkitlerle dokunuyor. “Geride kalan yüzyılın çözümlenmesinde birbirine rakip gibi görünen Kemalist ve liberal tarih tezleri arasındaki” ilişkisellik analiz edilerek “post-post Kemalizm” tartışmasına maddeci tarih görüşünün açılarıyla çözüm getiriliyor.

100 Yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti için “koskoca bir yüzyılın değişik amaçlara bağlı olarak farklı biçimlerde dönemselleştirilmesi” demiştik. Kitap isminin hakkını vererek Türkiye ekonomisinin 100 yılını, eleştirel ekonomi politiğini, sendikal hakların nasıl sağlandığına yönelik meseleleri, kadınların cinsiyet eşitliği arayışı ve mücadelesinin uzak ve yakın köklerini, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anayasasını, İslamcı iktidarla seküler muhalefet arasında bir mücadele alanı olarak görülen popüler kültür alanını baştan sona/sondan başa doğru ele alıyor.

Beyazıt'ta düzenlenen Cumhuriyet bayramı törenlerinde araba içinde Cumhuriyet yazılı levhayı taşıyan iki genç kız. 1930'lar.

2023 ve sonrası

2023, davulu çok önceden çalınan, kulağa hoş gelen tınısıyla AKP iktidarının çeyrek asra varan yönetiminden ve tek adam rejiminden “kurtuluş” olarak görülen, ancak hüsranla sonuçlanan bir yıl olarak tamamlandı. Millî Mücadele ve ardındaki büyük umutlarla başlayan Cumhuriyet’in 100. yılı soykırımlar, darbeler, faili meçhul cinayetler, KHK’ler, depremler, savaşlar ve en nihayetinde AKP iktidarının ekonomide, hukukta siyasi ve kültürel alanda ürettiği büyük gerilimler ve yaratılan tahribat zemininde geçti. Böylesi bir zemine “bulutsuz gökyüzünden düşen bir yıldırım” şeklinde gelmediğimiz, durumun koşullarını analiz etmemizin gerektiği aşikâr. Bunun için de “Atatürk ya da Cumhuriyet için pahalı reklam bütçeleri ve dokunaklı prodüksiyonlar üreten geleneksel burjuvazi”nin çarkından çıkıp “başlangıçtan beri taşıdığı ‘muasır medeniyet’ hedefinin çok uzağında kalmış; dahası, kendisini yöneten egemen sınıflarca bu hedefleri terk edilmiş bir kabuk olarak” 100 yaşına basan Cumhuriyet’in çocukluk hastalıklarını teşhis ve tedavi etmemiz gerek. Bu bağlamda 100 Yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti tesiri yüzyıllarca sürecek bir tedavinin reçetesi…

 

NOTLAR:

[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto (3. basım), çev. Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, 2015, s. 14.

KOMÜNİST MANİFESTO

[2] Gökhan Atılgan tarafından kitabın giriş bölümünde kullanılan, Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı kitabındaki Kartallı Kâzım’ın sözleridir.



Kapat