Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Bir “General”in Portresi: Friedrich Engels – Yaşamı ve Düşüncesi

Cumhuriyet Kitap

Ali MERT

Yeni yılda Marksizmin iki “kurucu babası”ndan biri olan Friedrich Engels’in 200. yaşını kutluyoruz.  Yordam Kitap’ın “Marksist Klasikler Dizisi”nde bir süredir peş peşe Engels kitapları çıkıyor. Almanca aslından Erkin Özalp’in yaptığı çevirilerle yayımlanan bu kitaplardan sonuncusu Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni oldu. Yayınevinin, kısa zaman önce duyurduğu 2020 programında da aynı dizi kapsamında Engels kitaplarının yine belli bir ağırlığı var. Yeni yıl boyunca bizi bekleyen Engels yapıtları arasında Konut Sorunu, Tarihte Zorun Rolü ve Almanya’da Devrim ve Karşıdevrim öne çıkıyor.

Bu klasikler dizisi bir yandan yeni ve titiz çevirilerle Marx ve Engels külliyatını önümüze yeniden sererken, bir yandan da iki ustanın yaşamlarını belli açılardan irdeleyen yapıtlar da dilimize kazandırılmaya devam ediyor. İlki, 2019’un Haziran ayında yayımlanan ve Marx’ın geniş ailesini ele alan Aşk ve Kapital olmuştu, şimdi ikincisi Engels’in yaşamöyküsünü ortaya koyan Terrell Carver imzalı bir kitap olarak çıktı karşımıza: Friedrich Engels – Yaşamı ve Düşüncesi

Çepeçevre bir portre

Kitap, Engels’in ilk yıllarına ve 1848 Avrupa devrimleri kesitine özel bir ağırlık verse de, bütün ömrünü, yapıtlarını ve özel yaşamını kapsayan çepeçevre bir portre sunuyor.

Carver’ın yapıtını kabaca üç temel dönemlendirme üzerine inşa ettiğini söyleyebiliriz: Birincisi, ilk yıllar, genç Hegelciler, Marx’la tanışma, 1848 Avrupa devrimleri ve siyaset sahnesinde –ve hatta sokakta, silahla– aktif bir Friedrich Engels… İkincisi, Avrupa’da devrimci dinamiklerin sönümlenmesi ile birlikte, ülkeden ülkeye geçen, en sonunda “aile şirketi”nin başında işe yerleşen, Marx’ı parasal açıdan destekleyen, iş ve aile dünyasına gömülen Friedrich Engels… Üçüncüsü, son yıllar, Hegelciliğe yeni ve farklı bir dönüş, yeni yapıtlar ve Marx’ın ölümünün ardından bir mirasın taşıyıcısı, yarım kalan çalışmaların yayıncısı olarak Friedrich Engels…

İlk süreçte Marksist düşüncenin temel yapıtı Komünist Manifesto’nun isim babası olan Friedrich Engels’in, bilimsel sosyalizmin gelişimine büyük katkılarda bulunmuş bir teorisyen olarak Hegelci çevreler içerisinde ilk kuramsal birikimini nasıl edindiğini, şiirden kurama nasıl geçtiğini, Marx’la nasıl tanıştığını ve kaynaştığını, işçi sınıfını örgütleme çalışmalarında bir militan olarak nasıl öne fırladığını ve nihayetinde de 1848 Alman Devrimi sırasında silahlı ayaklanmalara katılımını ve bir strateji ustası olarak “General” lakabını almasını bütün ayrıntılarıyla görüyoruz. Zaten Carver’ın yaşamöyküsü ilk yirmi beş yıla özellikle vurgu yapıyor.

Bu vurgu içerisinde, somut eyleme koyulmuş, halkla temas halinde, sokağın nabzını tutarak yaşayan Engels’in, hep kuramsal çalışmalara meyleden Marx’a bir uyarısı da var. Friedrich, Karl Marx’a 1845 tarihinde yazdığı bir mektubunda şöyle sesleniyor: “Yaşayan gerçek halkın doğrudan doğruya karşısına geçmek ve böylece, seni görüp duymalarını sağlamak, ‘aklın gözü’yle gördüğün soyut okurlara şeytanca kalem oynatmaktan çok farklıdır.”

 

Derinleşme ve dayanışma

Ancak ardından, “yenilgi öğretmen”le tanışma evresi var. Ve önümüzde, yenilgilerden de öğrenen, devrimlerle birlikte karşıdevrimleri de çözümleyen ve yeni devrimci olanaklar belirene kadar biriktirip derinleşen bir mirasın ilk örneği var. Bu ilk örnekte aynı zamanda dayanışmanın özel bir yeri de var.

Terrell Carver’ın yapıtı, Karl Marx’ı maddi olarak destekleyebilmek için geçmişte terk ettiği iş yaşamına geri dönecek kadar özverili bir yol arkadaşı olan Engels’in bu yönünü anlatmayı da ihmal etmiyor.

Elbette yıllar süren bu dostluk ve dayanışmanın bazı “gerilimli momentleri” de yok değil. Eleştirel toplumcu düşüncede kadın-erkek eşitliğinin ilk savunucularından biri olan Engels’in Mary Burns’le hayat arkadaşı olması ama özgür aşka inandıkları için evlenmemeleri, Mary’nin ölümünün ardından Lydia (Lizzy) ile yaşadığı ilişki de yaşamöyküsünün sayfalarına yansırken, Engels’in özel ilişkilerinin trajik anlarından birinde,  Londra’da maddi açıdan sıkışan ve sürekli yardım talebinde bulunan Marx’la en büyük gerilimini yaşaması, Carver’ın akıcı anlatımında hayli güzel verilmiş.

 

Eleştirel bakış ve “gölge” sorunu

Terrel Carver’ın kapsamlı biyografi çalışmasının son bölümleri, “iş yükü”nden kurtulmasının hemen ardından ömrünün ilk yıllarındaki yöntem ve kuram çalışmalarına yeniden ama yeni bir bakış ve birikimle dönen Engels’e odaklanıyor. Sayfalar arasında ilerlerken, siyasetçi ve kuramcı kimlikleri arasındaki gerilimi burada da hissediyoruz.

Bir yandan Marx’ın ölümünden sonra uluslararası komünist hareketin yol göstericisi olmak, bir yandan Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinin yayımlanmasını sağlamak ve kimi yapıtları “yeni dönemin gelişmelerini içeren yeni önsözler”le okura aktarmak gibi zorlu “tamamlama” girişimlerine soyunmak, bir yandan da “dönemin çağırdığı” yeni tartışmalara (örneğin Darvincilik tartışmasına), kitapçıklara, yapıtlara yönelmek… elbette gerilimsiz mümkün değil.

Bu noktada bir soru da beliriyor: Terrell Carver, Engels’in özellikle, somut faaliyetlerdeki, bu faaliyetlerin önünü açan polemiklerdeki ve aslen de bu tartışmalara dayanan kitapçıklar kaleme almadaki maharetine ağırlık verirken, acaba onun kuramsal birikimini ve ön açıcılığını biraz göz ardı mı ediyor? Yoksa onun “Marx’ın gölgesinde kaldığı”, diyalektik anlayışının “kaba” olduğu türünden o bilinen klişeleri yeniden mi üretiyor?

Engels’in son dönemine, bu dönemdeki –üretkenliğine değil ama– üretiminin içeriğine eleştirel bir mesafesi olduğu açık. Ancak örneğin Raya Dunayevskaya’nınki kadar keskin bir mesafe değil bu. Onun hakkını vermesine engel de değil. Lenin’in sözleriyle  “proletaryanın büyük savaşçısı ve öğretmeni” olan Engels’in sunduğu katkıları ortaya koyarken, eksik bıraktığı yönlere de ışık tutmaya çalışıyor sadece.

Son sözü, Engels’in Komün yıllarında annesine yazdığı bir mektuptaki ifadelerine bırakalım, kimsenin bir diğerinin “gölgesinde kalmadığı”, karşılıklı etkileşim ve dönüşümün esas olduğu ilişkiyi, basit bir örnekten hareketle daha yakından anlamaya çalışalım dilerseniz:

“Biliyorsun ki otuz yıldır sahip olduğum fikirlerimi hiçbir şekilde değiştirmedim. Böyle olayları duyduğum zaman onları savunmakla kalmayıp bir görev olarak harekete geçmem seni şaşırtmış olamaz. Eğer bunu yapmasam benden utanırdın. Marx burada olmasaydı ya da hiç var olmasaydı da durum hiç değişmeyecekti. Bu yüzden onu suçlamak büyük haksızlık. Sevinçle hatırlıyorum ki, uzun zaman önce Marx’ın akrabaları benim onun aklını çeldiğimi savunmuştu.”



Kapat