Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Friedrich Engels: Deha ve Özveri

Taner Timur

28 Kasım 2020, bilimsel sosyalizmin kurucularından Friedrich Engels’in 200. doğum günü. İşçi sınıfının “General”ini, bu büyük devrimciyi saygıyla anıyor, yıldönümü vesilesiyle Taner Timur’un “Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi” kitabından Engels’i anlatan bir bölümü kısaltarak yayınlıyoruz.

Engels, 1820 yılında, Renanya eyaletinin Barmen (bugünkü Wuppertal) şehrinde, bir tekstil fabrikatörünün oğlu olarak dünyaya geldi. Babası, Marx’ın babasının aksine Aydınlanma esprisine kapalı, sofu ve otoriter bir kişiliğe sahipti. Buna karşılık, Engels, canlı esprisi ve çok yönlü tecessüsü ile daha lise yıllarında despot babaya ters düşecekti. Bu baba-oğul kavgası, sonunda Engels’in eğitimine mal oldu ve genç öğrenci liseden alınarak Bremen’deki bir ticarethanede çalışmaya gönderildi. Oysa böylece Engels’in sadece “resmi” öğretimi bitmiş oldu ve kendisi Bremen’de, çok daha özgür koşullarda, tüm boş zamanlarını tarih, felsefe ve edebiyat okumalarına ayırmaya, yabancı diller öğrenmeye başladı. Yazı hayatı da, Bremen’de, henüz on sekiz yaşındayken bir gazeteye takma adla yolladığı edebi makalelerle başladı. Aynı tarihlerde, Engels, yakınları ve dostları ile yazışıyor; özellikle de eski sınıf arkadaşları –ve de rahip çocukları– olan Graeber’lere yolladığı mektuplarda dini dogmaları sorguluyordu.

Engels Bremen’de o sıralarda Almanya’da demokrat bir akım olan Genç Almanya akımının (özellikle de Heine ile birlikte akımın önde gelen temsilcilerinden K. L. Börse’nin) etkisi altında kalmıştı. 1841’de askerlik göreviyle Berlin’e gidince orada ufuklarını çok daha zenginleştirecek bir ortamla karşılaştı. Bir yıl kadar kaldığı Berlin’de Üniversite’deki dersleri izliyor, genç-Hegelcilerle tanışıyor, Marx’ın yönettiği Renanya Gazetesi’ne yazılar gönderiyordu. Bu arada Üniversite’deki Hegel etkilerini yok etmesi amacıyla felsefe kürsüsü başkanlığına getirilen F. Schelling’in de ilk dersine girmiş ve hakkında (daha önce sözünü ettiğimiz) ağır bir yazı yazmıştı. 1842 Kasım sonlarında İngiltere’ye geçerken, Köln’de Renanya Gazetesi’ne uğradı ve Marx’la ilk kez tanışma fırsatını buldu. Engels ile Marx’ın bu ilk tanışmaları pek de başarılı olmamış, Engels günlüğüne “Trier’li babacan esmer, cezbe dolu bir ruha sahip” diye bir not düşmüştü.

Engels’in 1842’de Bremen’i terk edip Manchester’de, babasının hisse sahibi olduğu bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlaması düşünce hayatında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Sanayileşmenin en ileri düzeyde olduğu, teknolojide dev adımların atıldığı bir ülkede, kapitalistleşme sürecini bizzat bu sürecin motor gücü olan tekstil sanayinin içinden izlemek kuşkusuz bulunmaz bir fırsattı. Engels burada sadece fabrika sisteminin gerçek niteliğini öğrenmekle kalmadı, iktisat kuramlarını da eleştirel bir gözle inceledi.

Engels İngiltere’ye Chartist hareketin öncülük yaptığı bir genel grevden sadece iki hafta sonra ayak basmıştı. Hareketin merkezi Manchester’di ve grev başarısızlıkla sonuçlansa bile işçi sınıfının gücünü ortaya koymuştu. Manchester bir göçmen işçi şehriydi ve çevreyi kuşatan varoşlarda korkunç şartlar altında çalışan emekçilerin büyük bir kısmı (ve şehir nüfusunun dörtte biri) İrlandalı göçmenlerden oluşuyordu. Chartist hareket İngiltere’de bu koşullarda başlamış ve o dönemde en disiplinli şekilde örgütlenen işçi sınıfı bu koşullarda pamuk, demir ve kömür sanayilerinde ağırlığını koymuştu. Engels Chartist hareketin bazı öncüleriyle tanıştı, hareketi destekledi ve Chartist’lerin yayın organında (Northern Star) yazılar yazdı.

Engels’in İngiltere’de geçirdiği yirmi bir ayın en büyük kazancı kuşkusuz insanlık tarihinde tayin edici bir rol oynayan sanayileşme hareketini bizzat merkezinde izlemek olmuştu. Yıllar sonra, Engels, İngiltere tecrübesini şu şekilde anlatacaktır: “Manchester’de en açık şekilde şunu fark ettim: Tarihçilerin bugüne kadar rol vermedikleri; verirlerse de ancak ikinci derecede bir rol atfettikleri iktisadi olgular, en azından modern dünyada belirleyici bir güç teşkil ediyorlar; bunlar bugünkü sınıf çelişkilerinin üstünde yükseldiği bir temel oluşturuyorlar; bu sınıf çelişkileri de, özellikle İngiltere gibi büyük sanayinin tam gelişmesine elverişli olduğu ülkelerde siyasal partilerin, siyasal kavgaların ve sonuç olarak da siyasal tarihin temelini teşkil ediyorlar”.

Engels Manchester’de kaldığı sürede çığır açıcı nitelikleri bugün dahi yeterince anlaşılmamış iki çalışma yapmıştı. Bunlardan birincisi Marx’ın çıkardığı Fransız-Alman Yıllığı’na yolladığı, liberal iktisat kuramını kıyasıya eleştiren makalesiydi. İkincisi ise İngiliz işçi sınıfının yaşam koşulları hakkında yaptığı somut araştırma ve topladığı verilerdi. Engels bu alan araştırmasının sonuçlarını Barmen’e döndükten sonra kaleme alacak ve ortaya çıkan eser İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu başlığı altında 1845’de Leipzig’de yayınlanacaktır.

Aynı tarihlerde, Engels’in hayatı açısından en az bu çalışmalar kadar önemli başka bir olay daha cereyan etti; o da şuydu: Genç düşünür Manchester’den Barmen’e ve oradaki –artık manen de uzaklaşmış olduğu– baba ocağına dönerken, Paris’e de uğramış ve orada Marx’la ikinci kez görüşmüştü. Birinci buluşmalarının aksine bu ikinci görüşme çok hararetli geçti ve iki düşünür ömür boyu sürecek bir dostluk ve iş birliğinin temellerini bu görüşmede attılar. Hegel’in felsefesinden etkilenmiş, genç-Hegelcilerle tanışmış, Feuerbach’ı okumuş bu iki genç düşünür, bu kez bambaşka tecrübelerle karşı karşıya geliyorlardı. Marx bir süredir çalışmalarını tarihin, siyasetin ve devrimin damgasını taşıyan bir şehirde, Avrupa’nın kültür başkenti Paris’te yürütmekteydi; aylardır da derinlemesine Fransız Devrimi’ni inceliyordu. Buna karşılık Engels de sanayileşme devriminin merkezinden, hemen her yıl yeni bir teknolojik buluşun emekçilerin yaşamını allak bullak ettiği Manchester’den geliyordu. Böylece bu buluşma Alman felsefesi, Fransız devrim tarihi ve İngiliz iktisatçılığının buluşması şeklini aldı. Kısa bir süre sonra tarihî maddeci kuram bu buluşmanın ürünü olarak ortaya çıkacaktır. Engels bu buluşmaya Marx’ı şaşırtan ve büyüleyen bir çalışmayla, ekonomi politiğin eleştirisiyle gelmişti.

Friedrich_engels

Engels: Ekonomi Politiğin Eleştirisi ve
İşçi Sınıfının Koşulları

Engels, “taslak” olarak nitelediği incelemesinde, 1840’larda İngiltere’de egemen olan “iktisat bilimi”ni eleştiriyordu. Ne var ki, düşünür, makalesinde sadece bunu yapmakla kalmıyor, henüz doğmamış olan tarihî maddeciliğin esprisine uygun bir şekilde, liberal iktisat kuramının ideolojik ve sınıfsal temellerini de açıklıyordu.

Engels’e göre, Ekonomi Politik, “ticaretin artmasının doğal bir sonucu olarak doğmuş ve böylece bilimsel nitelikten yoksun, ilkel, işportacı bir iktisat anlayışı, yerini gelişmiş bir ruhsatlı hile ve zenginleşme ilmine terk etmişti”. ...

Engels’in makalesinde tarihî maddeciliğin oluşmasına önemli bir katkı daha vardı. Genç düşünür daha o tarihlerde bilim ve teknolojinin bir “üretim gücü” haline geldiğini görmüştü. Daha sonra Marx’ın da Kapital’de ifade ettiği bu gerçek, farklı perspektiflerde, günümüzün Marksist tartışma konuları arasına girmiş bulunuyor.

1844’te Engels, bir yandan Alman-Fransız Yıllığı’nda ekonomi politiğin kuramsal temellerini eleştirirken öte yandan da oturmakta olduğu Manchester’le yetinmeyip, Londra, Leeds, Bradford, Sheffield gibi hızla sanayileşen şehirlere de ziyaretler yapıyor ve İngiliz işçi sınıfının somut yaşam koşullarıyla ilgili veriler topluyordu. Bu çalışmanın ürünü de 1845’de Leipzig’te yayınlandı. Eserin önsözünde, Engels, “Eğer sosyalist kuramlara ve bunların meşruluğuna sağlam bir temel sağlamak, lehte ve aleyhteki tüm fantastik masallara ve uydurmalara son vermek isteniyorsa, diyordu, proletaryanın yaşam koşullarının bilinmesi mutlak bir zorunluluktur”.

Aslında o tarihte Engels’in işçi sınıfıyla ilgili çalışması, teorik temelleri farklı olsa bile, tek ve izole bir arayışın ifadesi değildi. “1830’larda her akıllı gözlemcinin nazarında, Avrupa’nın iktisaden ileri bölgelerinde yepyeni sorunların ortaya çıktığı; artık sadece “fakirler”in değil yeni bir sınıfın, proletaryanın söz konusu olduğu açıktı”. Bu ortam Aydınlanma çağından itibaren gelişmekte olan insan ve toplum bilimlerini de sarsmış, bu genç bilimlerin sınıfsal çıkarlarla ilişkilerini daha geniş bir planda tartışma konusu yapmıştı. ...

1840’lara gelindiğinde sanayileşmede belli bir aşamaya ulaşmış tüm ülkelerde işçi sınıfının durumuyla ilgili ayrıntılı araştırmalar bir hayli ilerlemiş bulunuyordu. Hatta E. Buret’nin 1840’da yayınlanan eserinde olduğu gibi Fransız ve İngiliz emekçi sınıflarının “sefaletini” karşılaştırmalı bir biçimde ele alan çalışmalar da vardı. Yine de abartmadan diyebiliriz ki Friedrich Engels’in henüz yirmi dört yaşındayken kaleme aldığı ve 1845’te yayınlanan eseri bu konuda bir dönüm noktası oldu.

Engels, eserinin önsözünde söylediği gibi, “yirmi bir ay boyunca” yakından gözlediği İngiliz işçi sınıfını ilk defa olarak “bütünüyle” ele alıyor ve yaşam koşullarını her yönüyle inceliyordu. Engels, Paris’te Marx’la randevusuna bu çalışmaların kendisinde yarattığı özgüvenle gidiyordu. Bu görüşmeden düşünce tarihinin en yaratıcı dostluğu ve iş birliği çıkacaktır.



Kapat