Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Materyalist diyalektik yöntemin bir başucu kitabı: İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu

Fatih Müldür - Gazete duvaR - 16.03.2021

Çağdaş Rus düşüncesi ve Sovyetler Rusya’sı Marksist felsefesinin hiç şüphesiz en önemli temsilcisi Evald Vasilyevic İlyenkov’un kaleminden çıkmış yazıların önemli bir seçkisi Siyaveş Azeri çevrisiyle 'İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu' adıyla Yordam Kitap Yayınları tarafından 327 sayfalık bir kitap olarak yayımlandı.

1924 Rusya doğumlu İlyenkov, hayatına son verdiği 1979 yılına kadar Sovyetler Birliği’nde Marksist düşüncenin ve Marksist materyalist diyalektik yöntemin en yetkin örneklerini yazılarında ortaya koymaya çalıştı. Bir yandan 20. yüzyılın başından itibaren Batı’da bilim ve felsefeye yön veren düşünme biçimlerine karşı yöntemsel bir eleştiri geliştirirken, bir yandan da Marx’tan ve Marx’ın yönteminden arındırılmış bir devlet ideolojisine dönüştürülen Marksizm’e karşı çalışmalarda bulundu. Yaşamının sonuna kadar daima gözettiği şey ise modern toplumda sürekli olarak birbirinden ayrık hale getirilen olgu ve alanların aslında insan etkinliği merkezinde, Marx’ın soyuttan somuta yükselme yöntemiyle yeniden bütüncül bir bakışla ele alınıp değerlendirilebileceğidir. Bu kitap, tam da böyle bir yöntem ve bakış açısıyla birbirinden farklı konu ve alanların aslında nasıl da içsel olarak birbiriyle ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.

Kitap, bilgi ve etkinlik sorunu, bilim ve bilgi kuramı eleştirisi, felsefi psikoloji, eğitim kuramı gibi her biri kendi başına derinlikli problem alanlarına açılan pek çok konunun, soyuttan somuta yükselme yöntemiyle eleştirel değerlendirmesini ortaya koyan yazılardan oluşuyor. İlyenkov kitabın ana problemini oluşturan evrensel, ideal, biliş, zihin gibi kavramların “oluşumsal köklerini” göstermeyi amaçlarken mantık, felsefe, bilim ve bilgi kuramları, psikoloji, eğitim kuramı gibi çoğu alandaki sorunların modern toplumda bu kavramların çarpık anlaşılma biçimine bağlı olduğunu da gösteriyor. Kitapta bu problemleri merkeze alan farklı uzunlukta on makale ve İlyenkov’la Korovikov’un 1954’te birlikte kaleme aldıkları tezlerden oluşan bir ek bölüm vardır. Kitapta ortaya koyulan pek çok soru içerisinden seçtiğimiz aşağıdaki beş temel soru kitabın ana tezlerini ortaya koyabilir.

  1. İnsan etkinliğiyle bilgi ve eğitim arasındaki ilişki nedir?
  2. Evrensel ve ideal kavramlar nasıl kurulur?
  3. Zihin ve beyin nedir, bunların ilişkisi nasıldır?
  4. İnsanda biyolojik ve toplumsal olan nasıl ilişkilenir?
  5. Düşünme nedir ve okullarımız bize düşünmeyi nasıl öğretebilir?

İlk sorunun yanıtını İlyenkov, insan etkinliği merkezinde nesneyle kurulan diyalektik ilişkide görür. Eğitim ve bilgi kuramlarında “bilginin pratik uygulanabilirliği” (s.33) sorunu temelde bilmek eylemini nesneden bağımsızlaştırıp bilgiyle nesne arasında verili bir ikiliği önvarsayar. Dolayısıyla bilgi olduğu düşünülen şey son tahlilde pratik olarak nesneyle eşleştirilmesi beklenen şeye dönüşür. İlyenkov bunun bilgi değil, ancak “bilgi benzeri” bir şey (s.34) olduğu eleştirisini yapar. Nitekim onunla nesne arasında kurulacak olan ancak yapay bir ilişkidir. Ne var ki “Bilgi her zaman bir nesnenin bilgisidir” ve “ister kimyasal ister psikolojik veya hangi türden olursa olsun, belli bir görüngüler düzeneğini bilmeksizin, ‘genel olarak’ bilmek olanaksızdır” (s.34). İnsan, duyuları aracılığıyla dışarıdan gelen verilerin edilgen alıcısı değildir; eyleyen özne olarak nesneye yönelik edimde bulunup nesnenin bilgisine bu ilişkide erişir. İnsana bilgiyi kazandırmayı sağlamak bilgi benzeri verileri dilsel düzenekler aracılığıyla aktarmanın ötesinde “özel becerileri gerçekten gerektiren –bundan dolayı da bu becerilerin gelişimine yol açan– özel etkinlik biçimlerini örgütlemeyi” (s.43) gerekli kılar.

Kitabın odaklandığı ikinci soru evrensel ve ideal kavramların diyalektiği ve nasıl kurulduğudur. İlyenkov’un ortaya koyduğu yanıtlar, bir yandan onun yöntemindeki ussallık ve kesinliği ve düşünüşündeki derinliği ortaya koyarken diğer yandan kitabın temel tezlerini oluşturur. Geleneksel olarak evrensel; şeylerden genellenen ortak özellik, tikellerden soyutlanan bir çıkarsama gibi düşünülür. Buna göre somutla soyut kategoriler arasındaki ilişki tikelle evrensel arasındaki ilişki gibidir: “Somutun” dünyası duyulur “tikel”; “soyutun” dünyası da duyular-üstü “evrensel” olarak en başından ayrışmıştır. İnsanın bu bölünmüş gerçekliği, “somut tikel” ve “soyut evrensel” kategoriler üzerine kuruludur. Bu bakış, evrenseli duyular yoluyla edinilen verilerle ilişkilendirir. Ne var ki böyle düşünüldüğünde evrenselin ortaya çıkması için ne kadar sayıda şeye veya “somut tikele” ihtiyaç olduğu muammadır: “Bir taş bir yığın oluşturmaz, iki taş da öyle; peki bir ‘yığın’ için kaç taş gereklidir? Kelleşen bir erkek ne zaman kellik eşiğini geçmiş sayılır? Bunun keskin bir sınırı var mıdır?” (s.71). Oysa İlyenkov’a göre tekillikleri “aynı somut, gerçek birliğin uğraklarına dönüştüren şey, bu tekiller arasındaki ilişkidir” (s.61). Evrensel de bu tekilliklerin içsel ilişkilerini “bir ‘bütünlük’ içinde yöneten yasa veya ilke gibi iş görür” (s.61). Dolayısıyla geleneksel mantıktaki gibi içeriklerinden soyutlanarak salt biçimsel kategorilere dönüşen evrenseller yerine, İlyenkov’un yönteminde “somut evrenseller” ve “somuttan soyuta yükselme” vardır. Marx’ın yönteminde soyut ve somut kategoriler ancak doğanın, toplumun, insan faaliyetinde ortaya çıkan düşüncenin ve birbirinin diyalektik uğrağı olan kategorilerdir. Buna göre soyut olan belirlenimsiz olup içerik kazandıkça somut hale gelir ve dolayısıyla “en tepede” olan en somut olanı ifade eder. Bu nedenle de evrensel ancak ve ancak “somut evrenseldir”. Bu da “baş aşağı” duran geleneksel bakışın ayakları üzerine oturtulmasından başka bir şey değildir. Bu yöntem, bilgi, ekonomik yasalar vb.nin neden evrensel olduğunu da açıklar. Bunlar yalnızca karşımızda kendi başlarına varmış gibi durdukları için değil, toplumsal üretimin sonucunda ortaya çıktıkları, tek tek bireylerin toplumsal etkinliğinde ortaya çıkmış olmalarına rağmen nesnelleşebildiği ve her tekil kişi için geçerli hale geldiği için evrenseldir.

“İdeal” ise bir kavram olarak öteden beri idealist öğretilerin kurduğu çerçevede “zihin”, “ruh”, “tin”, “yeti” gibi kavramlarla özdeşleştirilir. “İdealizm” olarak adlandırılan düşünme biçimleri ideali genellikle “özde zaten var olup ortaya çıkarılacak olan”, “varlığa gerçekliğini veren”, “zihnin derinliklerinde olan” biçiminde tasarlar. Kavramlar, evrenseller, bilinç vb. de böyle bir ideal tasarımına ait şeyler olarak kabul edilir. İlyenkov’a göre deneycilikte ve onların izleyicilerinde de “idealler” idealizmdeki biçimiyle kabul görür (s.93). Evrensel tartışmasında olduğu gibi, her iki bakışta da “ideal” kafanın içinde, maddi olandan ayrıdır. Dolayısıyla salt maddi görüngülerin dışında kalanlar ideal, ötekilerse dışsal, fiziksel “nesnelerdir” (s.95). Bu da “ideal” ile “gerçeğin” nasıl uyuşabildiği sorununu sürekli olarak yeniden üretir. Ne var ki Marx’ın materyalist diyalektik yöntemi bu bakışı kökten reddetmeyi gerektirir. İlyenkov, Marx’a dayanarak insanın “‘usunda bulundurduğu’ şeyin, insanın yaşam etkinliğine özgül biçimde içkin, bütünüyle gerçek bir süreç olduğunu” belirtir (s.101). Buna göre “toplumsal insanın maddi yaşam etkinliği yalnızca maddi değil, aynı zamanda ideal ürünler de üretir” (s.101). Ancak bir şeyin ideal oluşu, onun kafanın içinde olmasından değil, toplumsal insan etkinliğinde “o şeyin (örneğin bir ceketin) dokunulabilir cismani biçiminin, ortak hiçbir yanının bulunmadığı büsbütün farklı bir ‘şeyin’ (örneğin değer olarak keten bezinin) bir ifade biçimi” (s.129) olmasından kaynaklanır. Toplumsal insanın maddi yaşam etkinliği, maddi olanın idealleştirildiği, ideal olanın da maddileştirildiği sürekli bir süreci imler. Bu, idealin diyalektiğinin ifadesidir.

Kitapta merkeze alınan üçüncü soru zihin ve beynin ne olduğu ve ikisi arasında nasıl bir ilişki olduğudur. İlyenkov, Dubrovski’nin insanda “üstbeyinsel özgüllükler” varsayımına yönelttiği eleştirilerle insanda biyolojik ve toplumsal olan arasındaki ilişkiyi irdelerken biyolojik olarak “özel bir zihin”, “yetenekli bir beyin”, “dâhi bir birey” gibi tanımlamaları sorunlu bulur. Ona göre “normal” bir beyinle doğan her birey, “yetenekli” ve “beceriklidir” (s.305). Normu vasat olarak belirleyen, yetenekliliği ve yetenekten yoksunluğu “normalden sapma” olarak gören bir anlayış varsa da bunun sorumlusu doğa değil, bu anlayışın kendisidir. İnsan zihni ise toplumsal-tarihsel insan etkinliğinin bir ürünü, “toplumun bireyselleşmiş manevi zenginliğidir” (s.213). Dolayısıyla beyin ile zihin arasındaki ilişki de biyolojik ve toplumsal arasındaki karşılıklı diyalektik ilişkidir.

Kitabın odaklandığı diğer bir soru, insanda biyolojik ve toplumsal olanın ne olduğu ve nasıl ilişkilendiğidir. İlyenkov’a göre insanın biyolojik bir organizma ve aynı zamanda belli bir gelişme düzeyinde bir toplumun temsilcisi ve bir sınıfın üyesi olması onu, bir yanı biyolojik diğer yanı toplumsal olan bir varlık yapmaz. Nitekim insan “diyalektik” bir varlıktır (s.264). İlyenkov, biyolojik olan ve toplumsal olanı ayrı kutuplar olarak değerlendirmeden bu ikisinin diyalektik birlik oluşturduğunu, insan organizmasının bütün biyolojik işlevlerinin toplumsal işlevlerini yerine getirme eylemine tabi olduğunu belirtir (s.265). Bu durumda insan organizmasının biyolojik varlığı söz gelimi bir hayvan organizmasının biyolojik varlığından farklı ilkelere tabi olur. İnsan her şeyden önce nesne yönelimli edimleriyle hem kendi doğasını hem de çevresini dönüştüren ve bunu belli bir toplumsal etkinlik içinde gerçekleştiren davranış örüntülerine sahiptir. İlyenkov’a göre “İnsanda insani olan her şey –başka bir deyişle insanı hayvandan özellikle ayıran her şey– (yüzde doksan hatta yüzde doksan dokuz değil) yüzde yüz insan toplumunun toplumsal gelişiminin sonucudur” (s.167). Bu da insanı “insan” yapan şeyin biyolojik yapı değil, ancak ve ancak toplumsal yaşantı içindeki etkinliklerinin bir sonucunda aldığı toplam biçim olduğu anlamına gelir.

Bilgi ve eğitim kuramı açısından en önemli ve kitapta temel öneme sahip beşinci soru, kitaptaki diğer pek çok yazıyla yakından ilgili olmakla birlikte özellikle “Okullarımız Bize Düşünmeyi Öğretmelidir” başlıklı yazı merkezinde tartışılır. İlyenkov’a göre okullarımız bize müfredat programlarını yüklemek yerine her şeyden önce “düşünmeyi” öğretmelidir. Düşünme yeteneğinin “doğuştan” geldiğini kabul eden eğitim yaklaşımları mevcut ilke ve kabulleriyle ancak “düşünme tembeli” bireyler yetiştirir. Oysa düşünme eyleminde insan “doğaya” yalnızca düşünme organı olan beynini borçlu olup düşünme yeteneği, “yalnızca ve yalnızca toplumsal-insani kültüre ve bilgiye bağı sayesinde ortaya çıkar ve (‘ilerleme’ anlamında) ‘gelişir’” (s.211). Dahası, “çelişki” kavramı da düşünme sürecine içkindir. Geleneksel anlayışlarda iddia edildiğinin aksine, çelişki “gerçek mantıksal kültürle donanmış” zihne sahip insan için “histeriye kapılma nedeni” değil, “bağımsız etkinlikte bulunma” ve dolayısıyla somut düşünme sürecinin temel gerekliliği, diyalektik düşünmenin koşuludur. İlyenkov okullarımızda düşünme becerisinin kazandırılabilmesi için eğitimbiliminin somut düşünme becerileri kazandıracak bir anlayışa sahip olması ve bütün mantıksal kategorilerin materyalist diyalektik yönteme göre yeniden kurulması gerektiğini düşünür.

Yukarıda sıralanan beş soru etrafında tartışılan konu ve sorunlar, İlyenkov’un düşünsel konumunu ve materyalist diyalektik yöntemini en temel biçimiyle yansıtmak üzere gruplandırılmış sorulardır. Bunların yanında kitapta “Psikoloji”, “İnsancıllık ve Bilim”, “Marksist-Leninist Bakış Açısından” gibi İlyenkov’un Marx’tan miras aldığı felsefi yöntemi yansıtan yazılar ve onun “Sovyet felsefe dünyasında ilk önemli çıkışı” sayılan 1954’te Korovikov’la beraber yazdığı 15 tezden oluşan bir ek bölüm vardır. Kitap, genel hatlarıyla yukarıda sınırlı biçimde sözü edilen konulardan başka pek çok soru ve soruna yöntemsel bir yaklaşım getirmesiyle öne çıkar. Bu kitaptaki yazılar, seçkiyi bizzat yapan ve çevirisini üstlenen Siyaveş Azeri’nin önsözde de belirttiği gibi “Bir yandan İlyenkov’un düşünce dünyasının kapsamının genişliğini, kuramsal derinliğini ve zenginliğini gözler önüne serer, öte yandan materyalist diyalektik yöntem aracılığıyla bu apayrı, hatta ilgisiz görünen alanların nasıl da insanın özgül tarihsel-toplumsal etkinliğinin temelinde bir bütün oluşturduğunu gösterir” (s.12). Tüm bu yönleri 'İdealin Diyalektiği, Etkinlik ve Zihnin Kuruluşu' seçkisini materyalist diyalektik yöntemin bir başucu kitabına dönüştürür.

Kitabı İncelemek İçin Tıklayın

Tüm Kitaplarımız İçin Tıklayın



Kapat