Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

TANER TİMUR DORUKLARDA

Son aylarda çok önemli bir olay gerçekleşti Türkiye’de. Yordam Kitap, Taner Timur’un Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi adlı kitabını yayınladı. Marx’ın dediği gibi,insanı tanımlayan temel özellik, dış dünyayı kendi kafasında tasarımlayabilmesidir. Bu tasarımlama düşüncelerle gerçekleşir, hiç kuşkusuz. Bu bakımdan, düşünceler tarihini bilmek, insanı öğrenmenin ilk adımıdır. Ne var ki, düşüncelerin kaynağı, insanların dış dünyayı değiştirme edimleridir. Bu edimler sırasında ya da en geniş anlamıyla “üretim” içinde, insan, yalnızca dış dünyayı değil, hem birey olarak kendisini, hem de içinde yer aldığı ilişkiler ağını, kısacası toplumu da değiştirir. Bu süreci kaydeden de tarihtir. Öyleyse gerçek insanlık tarihi, insanı tanımlayan düşünce akışını, bu akışı belirleyen toplumsal üretim tabanıyla birlikte gözler önüne seren tarihtir. Taner Timur’un yapıtı, böyle bir tarihçilik anlayışının en parlak örneklerinden biri.
Taner Timur, felsefeyi, toplum bilimlerini ve tarihçiliği işte böyle bir anlayışla işlediği kitabında, aşağı yukarı 430 sayfa içinde, düşünceler tarihini, insanlığın ortaya çıkışından başlatıp günümüze getirmeyi başarıyor. Metni, erişilmesi güç bir yoğunlukta; ama her zaman açık seçik. Ele aldığı her konunun ana hatlarını büyük bir ustalıkla ortaya koymakla kalmıyor, yeri geldikçe, konuyu kavramamıza yardımcı olacak sayısız ayrıntıyı da bilgimize sunuyor. Böylece, insanlığın düşünce serüvenindeki her aşamayı, hem somut tarihsel bağlamı içinde, hem de o aşamaya damgasını vuran düşünürlerin yaşamöykülerinin anlamlı ayrıntılarını öğrenerek tanıma olanağını buluyoruz.
Kitabın bölümlerini yalnızca sıralamak bile, başarılan işin kapsamını ve oylumunu göstermeye yeter: Giriş: Kâtip, Tarihçi ve Filozof; Rönesans, Felsefe ve Tarih-Yazıcılığı; 17.Yüzyıl, Rasyonalizm ve Tarih; Aydınlanma Yüzyılı: Felsefe, Bilim ve Tarih; 19. Yüzyıl: Teori, Pratik ve Tarihsellik; Tarihî Maddecilik ve Tarihçi; Tarihî Maddecilik, Bilim ve Epistemoloji; Ekonomi Politik, Tarih Okulu ve Sınıf Kavgası; Post-Modernizm, Felsefe ve Tarih-Yazıcılığı; Ampiriyo-Kritisizm, Neo-Kantçılık ve Tarih-Yazıcılığı; Max Weber: Modernleşme, Sosyoloji ve Tarihçilik; Wilhelm Dilthey: İnsan Bilimleri ve Hermenötik; Heidegger, Varlık Felsefesi ve Tarih; Bilanço ve Perspektif. Taner Timur’un bakış açısı, tarihsel maddeci. Ama öyle sıradan bir tarihsel maddecilik değil. Gerçek anlamında bir tarihsel maddecilik. Ele aldığı her düşünürü, katıksız bir bilimsel ciddiyetle, kolaycı nitelemelerden özenle kaçınarak, tam anlamıyla hakkını vererek, içtenlikli bir çabayla anlamaya çalışarak, anlatıyor bize. Böylece, örneğin on sekiz sayfada Kant’ı, kırk sayfada Hegel’i, hem kuşatıcı, hem de en belirgin özelliklerini vurgulayan bir anlatımla sunmayı başarıyor. Yeri gelince, son derece ilginç birtakım ayrıntılar vermekten de geri durmuyor. Bunun çarpıcı bir örneği, Hegel’i anlattığı bölümde, 153. sayfanın altına yerleştirdiği 46 sırasayılı dipnot. Burada, Hegel’in Osmanlı Türklerini nasıl Franklarla karşılaştırdığını; bu benzerliğin, daha sonra, Marx’a da esin kaynağı olan Fransız tarihçi A. Thierry tarafından da vurgulandığını; aynı benzerliğe, on dokuzuncu yüzyılda yazdığı tarih kitabında A. Cevdet Paşa tarafından da dikkat çekildiğini; Osmanlı Toplumsal Düzeni adlı yapıtında (Taner Timur, Ankara, İmge Yayınları, 2001), kendisinin de aynı çözümleme eksenini kullandığını kısaca anımsatıyor. Bu denli yoğun bilgiyi, bu kadar ayrıntısıyla, sayfanın yarısını bile bulmayan bir dipnota sığdırabilmek, ancak konusuna son derece hakim, engin kültürlü bir tarihçinin başarabileceği bir iş. Taner Timur’un, tarihsel maddeciliğin ortaya çıkışını anlattığı bölüm ise tam bir şölen. Marksizmin, Alman klasik felsefesinden, Fransız toplumsal tarihçiliğinden ve İngiliz ekonomi politiğinden nasıl beslendiğini, bu değişik akımları nasıl görkemli bir bireşime dönüştürdüğünü, hem düşünsel düzlemde, hem de somut tarihsel gelişmeler bağlamında, inanılmaz bir canlılıkla anlatıyor. Bu anlatımda, yalnızca Marx değil, “deha ve özveri” örneği Engels de, çok kez yenmiş olan hakkı tümüyle verilerek, yerini alıyor. Anlatım, yer yer, bir roman gibi heyecanlandırıyor insanı. Örneğin 190. sayfada, iki büyük düşünürün, 1844 yılında, henüz yirmili yaşlarındayken, Paris’te, Palais-Royal semtinde, Café de la Régence’ta buluşmalarını anlatan satırlar böyle. (Her zamanki araştırmacı-tarihçi titizliğiyle, Taner Timur, bu kahvenin artık var olmadığını belirtmekle yetinmiyor, ünlü kahveyi konu edinen öykülere de bakıyor ve “Rejans’ı anlatan öykülerde Marx-Engels buluşmasına pek yer verilmez,” dedikten sonra, bu kez de değerlendirmeci-tarihçi kimliğiyle, şu tümceyi ekliyor: “Oysa düşünce ve bilim tarihi açısından kahvenin sahne olduğu en önemli olay kuşkusuz bu tarihî buluşmadır.”)
Taner Timur, Marksizmin birçok yönünü, inanılmaz bir durulukta gözler önüne sermeyi başarıyor. Konuyu çok iyi bilmesi, her zaman can alıcı alıntıyı bulmasına olanak veriyor. Bu yalınlaştırma başarısının etkileyici bir örneğini, mal fetişizminin açıklandığı 219.-220. sayfalarda buluyoruz. Kapitalizmde, insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl mallar arası ilişkiler görüntüsüne büründüğünü gösterdikten sonra, yine Marx’tan, gerçek dünya ilişkilerinin din tarafından nasıl süzülüp çarpıtılarak yansıtıldığını belirten çok aydınlatıcı bir alıntı veriyor: “mal kalıbı içinde … eşit insan emeği şeklinde insanların kendi kişisel emeklerini kıyasladıkları bir toplum, Hıristiyanlıkta, özel olarak da Hıristiyanlığın Protestanlık, Deizm gibi burjuva şekillerinde soyut insana tapmayı dine en uygun düşen tamamlayıcı olarak görür.” Bu alıntıdan sonra Taner Timur, insan haklarını bayrak edinerek somut insanları mahveden kapitalizm gerçeğini çağrıştıracak bir biçimde, kendi değerlendirmesini ekliyor: “Kapitalizmin egemenliğini küresel planda sürdürdüğü günümüzde de ‘soyut insan’ı kutsallaştırma, sadece Hıristiyanlığın değil, burjuvalaşmış tüm dinlerin ortak duası haline gelmiş bulunuyor ve bu aşamaya ulaşmamış dinler ise fundamentalist şiddetle direnerek kaybolmuş bir dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar.” Aktarılan bu satırlarda da görülebileceği gibi, Taner Timur, yeri geldiğinde, günümüz gelişmelerine de göndermelerde bulunarak olayları derinlemesine kavramamızı kolaylaştırıyor. Bunun başka bir güzel örneğini 204. sayfada veriyor. 1848 devrimlerini anlatırken, Marx’la Engels’in, öğrencileri devrime omuz veren bir ‘toplumsal kategori’ olarak görüp görmediklerini sorguluyor; sonra da, bir dipnotta, o zaman yapılan değerlendirmeleri, Mayıs 1968 olayları dolayısıyla, Fransa’nın Marksist çevrelerinde yapılan birtakım tartışmalarla karşılaştırıyor. Marksizmi anlatırken, Taner Timur, birçok kez eleştiri konusu olmuş konuların üzerine de gidiyor. Örneğin Neue Rheinische Zeitung gazetesinde Marx’la Engels’in yazdıkları yazılardan söz ederken, 119. ve 200. sayfalarda, dış siyaset konularına özellikle dikkat çekiyor. Marx’la Engels’in birçok kez sömürgeciliği, yayılmacılığı desteklemekle suçlandırıldıklarını göz önünde bulundurarak, iki düşünürün Schleswig’in Prusya tarafından ilhakını, Engels’in de Kaliforniya’nın Amerika tarafından ilhakını savunduklarını anımsatıyor. Sonra da, bu tutum alışların arkasında yatan gerekçeyi, tarihsel maddeci açıdan açıklıyor.
Taner Timur’un tarihsel maddeciliği anlattığı sayfalar, kitabında, hiç kuşkusuz bir doruk. Ama kesinlikle tek doruk değil. “Keynes efsanesi”nin, bilgi dolu titiz bir araştırma ve çözümlemeyle yerle bir edildiği 276.-283. sayfalar; çağcıl tarihçiliğin babası sayılan Ranke’nin gerçek yüzünün, gereken alıntılar yapılarak (bu arada, Ranke’nin Osmanlı Devleti’nin doğuşuna ilişkin son derece yalınkat değerlendirmesi de aktarılarak) sergilendiği 283.-287. sayfalar; Weber’in eşsiz bir titizlikle incelendiği ve gizlenmek istenen esas işlevinin anti-Marksizm olduğunu kanıtlayan on dokuz sayfalık bölüm; hepsi ayrı birer doruk. Kitabın en etkileyici bölümlerinden biri de, Heidegger’in ele alındığı, sonuç öncesi bölüm. Taner Timur uzun yıllar Paris’te yaşamış, varoluşçuluğu ilk elden izleme fırsatını bulmuş bir düşünürdür. Heidegger’e otuz altı sayfa ayırmış olmasına şaşmamak gerekir. Nazi Partisi’ni desteklemiş bir Alman felsefecinin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’te yükselen solcu ve devrimci akımlar arasında böylesine destek bulmuş olması, gerçekten de araştırılmaya değer bir konudur. Taner Timur bu işi yaparken, kılı kırk yararak, düşmanlık duyduğu bir düşünceyi bile içtenlikle anlamaya çalışarak, ulaşılması bence gerçekten güç bir ustalık sergiliyor.

Taner Timur, kendi tarihçilik anlayışını, gayet alçakgönüllü bir biçimde, kitabın 284. sayfasında, yine bir dipnotta, “akademik tarihçiliği” yüceltenleri eleştirirken şöyle açıklıyor: “Ne var ki ‘akademik tarih’ ile ‘bilimsel tarih’in çoğu kez örtüşmediğini; toplum bilimlerinin gerçek aracının sadece olayları ‘olduğu gibi’ kaydetmek değil, aynı zamanda soyutlama, kıyaslama ve kavram üretme gibi zihin faaliyetleri olduğunu; nice ‘akademik tarihçi’nin topladıkları bilgi ve belgeler yığını arasında kaybolup gittiklerini de burada not etmemiz gerekiyor.”
İlk kitabı, Türk Devrimi ve Sonrası, 1971 tarihini taşıdığına göre, Taner Timur’un ürün verme süreci kırk yılı aşmış bulunuyor. Bunu aklımızda tutarsak, en son yayınlanan Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi kitabının sırrını da anlarız. Bu yapıtta, kırk yılı aşkın ciddi ve titiz bir zihinsel çabanın, çok büyük bir birikimin damgası var. Aynı titizlik, yapıtın biçimsel yönlerinde de gösterilmiş. Dizin, dipnotlar, yabancı yayınlardan çeviriler, kısacası kitabın biçimsel yönlerinde de, büyük bir emek ve özenin izi açıkça görülüyor. Düşünce yaşamımıza böyle eşsiz bir katkıda bulunduğu için, sanırım hepimizin Taner Timur’a gönül borcumuz var. Ellerine sağlık Taner. Yordam Kitap’a da sonsuz teşekkürler.

1Kapital’de yer alan ve insanın üretim eyleminin özgüllüğünü ortaya koymak için, en usta arıyla en beceriksiz mimarı karşı karşıya getiren ünlü karşılaştırmayı anımsayalım. Karl Marx, Kapital 1.Cilt (İstanbul, Yordam Kitap, 2011: 182)



Kapat