Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Tüm Zamanlar İçin Edebiyat Klasikleri

Yeşim Dinçer

Gerçek şu ki klasikleri de çağdaşımız olan yazarları da az okuyan bir toplumuz. Okuma alışkanlığının kazanılmasında edebiyatın payının büyük olduğu görüşündeyim. En azından benim okuma zevkim dünya klasiklerini okuyarak gelişti. Eminim pek çoğunuz için de durum böyledir. Ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı müfredatı bu konuda yeterli desteği sunmuyor. Hatta çocuklarımızı ve gençlerimizi kitaptan, edebiyattan soğutmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Müfredatın kupkuru ölü bilgilerden oluştuğunu, üniversite giriş sınavında çıkan edebiyat sorularına bakarak kavrayabiliriz.“Türk edebiyatında ordunun akınlarını, savaşlarını, kahramanlıklarını, zaferlerini; manzum ve mensur biçimde anlatan eserlere ne ad verilir?” diye bir soru sormuşlar örneğin. Öğrencilere “gaza tefrikası” yerine keşke Abdülhamit’in sevdiği polisiyeleri okutsalardı; okuma sevgisini kazandırmak adına kesinlikle daha anlamlı bir iş yapmış olurlardı.

Denilebilir ki bunlar da (divan şiiri, menkıbeler, kaynağını kutsal kitaplardan alan hikâyeler vb.) bizim edebi klasiklerimiz. Fakat klasik denildiğinde benim anladığım;eski dönemlerde yazılmış olmakla birlikte çağdaş olanla etkileşim halinde olan, yeni okumalara açık ve bu anlamda yaşayan yapıtlar.ItaloCalvino’nun sıkça referans verilen, meşhur bir denemesi var, “Klasikleri Neden Okumalıyız?” başlıklı… Yazar orada klasiklere dair kimi tespitlerde bulunurken şöyle bir şey söylüyor: “Klasik, okurlarına söyleyeceklerinin tümünü hiçbir zaman tüketmemiş olan kitaptır.” Calvino’nunbu sözüne yürekten katılıyorum. Biz de Yordam Edebiyat bünyesinde “okurlara söyleyeceklerini tüketmemiş olan”, edebi değeri yüksek çeviri klasiklere yer açma gayretindeyiz.

Üniversite giriş sınavında çıkan sorular, klasikler üzerine söyleyeceklerimi açma fırsatını verdi. Bu nedenle oradan devam ediyorum. Bakın felsefe ile edebiyatı karşılaştırdıkları bir pasajda şöyle demişler: “Felsefe gerçekliği yaratıcılığın merceğinden geçirdikten sonra kendi düşünce silsilesini ortaya koyar ama o (yani felsefe), hayatla sınanmayı bekler. Gerçek hayat ile arasındaki köprüleri her zaman korumaya çalışır. Oysa edebiyat; gerçek hayattan ve kitaplardan aldığı bilgiyi, yaratıcılığın merceğinden geçirdikten sonra ortaya koyduğu yazınsal dünyanın gerçek hayatla doğrulanmasına dair bir kaygı taşımaz.” Sınava girenlerden bu pasajdan yola çıkarak bir yorum getirmesini bekliyorlar. Oysa -bana göre- gayet falsolu bir karşılaştırma bu yaptıkları…

Edebiyat ile felsefe disiplini arasında farklar olduğu doğrudur fakat aradaki ayrım, bu şekilde tezahür etmez bana kalırsa... Genelde sanat, özelde de edebiyat her zaman hayatla sınanmaktadır. Hatta, klasiklerin gerçek hayat ile arasında kurduğu köprüler kurabildiğini, bu nedenle zamana direnç gösterebildiğini iddia edeceğim. Bize çağlar ötesinden hâlâ söyleyecek şeylerinin olması tam da bu nedenledir. Gerçeğe bağlılıktan anladığım şeyin basit yansıtmacı bir geleneği sürdürmekle ilgili olmadığını da vurgulamak isterim. Hem felsefe hem de edebiyat alanında kalem oynatmış olan IrisMurdoch’unsözlerini aktarırsam daha açıklayıcı olacak. Diyor ki “Homeros, Şekspir, Tolstoy gibi büyük yazarlardan, bir hoşgörü havası, cömertlik ve bilinçli bir iyilik fışkırır. Büyük sanatçı, kendisinin dışındaki geniş, ilginç yığını görür ve dünyanın resmini kendi hayalindeki gibi çizmez. Sanırım bu özel yufka yürekli nesnellik bir erdemdir ve sanatı baskı altında tutan totaliter devletlerin yok etmek istediği de budur.”

Okuma alışkanlığımın ve edebiyattan aldığım hazzın klasik romanları okuyarak geliştiğini söylemiştim. Fakat olgunluk çağımda onları bir kenara kaldırmış değilim. Klasiklerin zamansızlığı, her yaşta ve birden fazla kez okunabilir olmalarıyla da ilgilidir. Hatta birden fazla kez okunduğunda -içinde bulunduğunuz yaşa göre- farklı özelliklerini keşfetmeniz de olanaklıdır. Bana göre klasiklerin belli bir tarih sırasına göre okunmaları da gerekmez. İnternette “Rus klasiklerini hangi sırayla okumalıyız?” gibi listeler de görüyorum örneğin. Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gorki diye -yazarların doğum tarihlerini esas alan- kronolojik bir sırayla gidiyor. Oysa Puşkin’in değerini ve Rus nesrine nasıl bir yol açtığını anlamak için önce onun ilham verdiği öteki yazarları okumak lazım bana kalırsa… En azından benim açımdan hikâye böyle gelişti. Pandemi zamanı Yordam Edebiyat için Bir Solukta Klasikler dizisini hazırlıyorduk. Bu vesile ile Puşkin’in kısa romanlarını yıllar sonra yeniden okudum ve çok farklı lezzetler keşfetmem mümkün oldu.

İlk gençlik çağında okuduğumuz klasikler bizde şaşırtıcı bir keşif duygusu uyandırır. Borges’in çok sevdiğim bir tespiti var: “Aşkı ilk defa yaşamak gibi, denizi ilk defa görmek gibi, Dostoyevski’yi keşfetmek de insanın hayatında önemli bir tarihtir” demiş. Bu ilk okuma deneyimleri belleğimizin kıvrımları arasına yerleşir ve zihin dünyamızın bir bölümünü oluşturur. Olgunluk çağımızda yeniden okuduğumuzda ise “nereden geldiklerini unutmuş olmamıza karşın, iç düzeneklerimizin bir bölümünü oluşturan bu değişmez değerleri yeniden keşfederiz. [Hikâyeyi ve karakterleri unutmuş olsak bile], içimizde tohumunu bırakan yapıtın kendine özgü bir gücü vardır.”

Burada şöyle bir soru gelebilir akla… Bir yapıt hangi mekanizmalarla ‘klasik’ başlığı altında kodlanır? Örneğin Nobel edebiyat ödülü almış olmak bunun için yeterli midir? Ya da sözgelimi, 2000’li yıllarda Nobel almış bir yazarın yapıtları, ileride birer klasiğe dönüşecek mi? Kültür ve sanatla uğraşan elitler mi biçiyor bu değerleri? Bu sorulara kestirmeden ‘evet’ yanıtını veremeyiz. Eleştirmenlerin, akademisyenlerin, editörlerin bu konuda önemli bir rolü, yönlendiriciliği vardır elbette.. Hatta kimi zaman bu kültürel elit, “bazı yapıtlara kuvvetli bir ışık tutarken geri kalan her şeyi karanlıkta tutmakla” da suçlanmıştır. Fakat okurların beğenisinin, zevkinin, teleplerinin de belli bir ölçüde belirleyici olabileceği görüşündeyim. Nihayetinde bir yapıtın “hayatta kalması” yeni edisyonlarının yapılmasıyla mümkün. Bu kararın verilmesi ise yayınevleri ile okur arasındaki etkileşime bağlı kuşkusuz.

Klasikler özelinde bir başka başlık dönemsellik üzerinden açılabilir. Hangi döneme ait yazarları klasik, hangilerini çağdaşımız sayacağız? Yapıtlarını 19. Yüzyılda vermiş olan ve Yordam Edebiyat külliyatında 11 romanıyla önemli bir yer tutan Emile Zola bir klasiktir örneğin. Öte yandan, artık aramızdan ayrılmış olan, yirminci yüzyıla ait kimi yazarlar var ki yapıtlarına olan ilgi hiç azalmamış, hatta artarak sürmüş. Bunların da “modern klasikler” başlığı altında toplandığını görüyoruz. Modern klasiklerin birkaç avantajı var. Daha yakın dönemde yazılmış oldukları için çağdaş toplumun meselelerine ve günümüz insanının zihin haritalarına daha yakın durmaktalar. Yeni edebiyat teknikleriyle yazıyor olmaları, bu yeni teknikleri edebiyata kazandırmış olmaları da cabası… Gözlem ve belgelere dayalı,kendine özgü tekniğiyle kapitalizmin işleyişini, neredeyse şoke edici diyebileceğimiz bir yolla eleştiren Upton Sinclair’i örnek olarak verebilirim. Yakınlarda bu ABD’li yazarın üç çevirisini sunduk okurlarımıza…

Dünya klasikleri söz konusu olduğunda sıklıkla gündeme gelen bir konu da çeviri meselesi... Çok okunan, çok satılan kitapların yayınevleri tarafından farklı çevirilerle satışa sunulduğu malum. Ben oturup saymadım doğrusunu isterseniz fakat sözüne güvenebileceğimiz eleştirmenler piyasada Savaş ve Barış’ın onlarca çevirisinin bulunduğunu söylüyorlar. Bu durumda okurlar da hangi çeviriye güvenip okuyabileceklerini soruyorlar ister istemez. YordamEdebiyat’ın bu konuda maksimum dikkati ve özeni gösterdiğini bilmenizi isterim. Şahsen ben, çeviri kitap satın alırken takip ettiğim, yayıncılık çizgisini beğendiğim yayınevlerini tercih ediyorum. Küçük olmaları önemli değil. Kaliteli işler çıkaran küçük yayınevleri de var. Belli başlı klasikleri satın alırken sayfa sayısına bakmanızı ve diğer çevirilerle karşılaştırmanızı da öneririm. Çünkü bazı çevirileri hunharca makaslıyorlar.

Tabii burada, “gençler ve çocuklar için kısaltılmış çeviri klasiklerden uzak mı durulmalı?” sorusu geliyor akla… Bu yaş grubunun hedef alındığı durumlarda, kısaltmanın yine ehil ellerden çıkması ve yayıncılık etiği gereği, “kısaltılarak çevrilmiştir” notuyla sunulması gerekiyor. Kimi eğitimciler ve yazarlar da diyor ki, “binlerce test sorusunun yükünü taşıyan öğrencilerden dört ciltlik Savaş ve Barış’ı okumalarını bekleyemeyiz. Kısaltılmış versiyonunu okumalarındansa hiç okumamaları yeğdir. Zamanı gelince aslını okurlar.” Elbette genç okurlara sunabileceğimiz başka alternatifler de var. Savaş ve Barış’ın manga uyarlamasını yayınladık örneğin. Aslının yerine geçmeyeceği hatırda tutularak, saygılı bir özenle hazırlanmış bu tür uyarlamalar gençlere olduğu kadar çizgi roman seven yetişkinlere de hitap etme potansiyelini taşıyor.

Ayrıca şunu ilave edeyim: Klasiklerin hepsi de bu denli oylumlu değil. Zamanı ve sabrı olmayanlara, Stefan Zweig’ın kısa romanlarını, Çehov’un öykülerini, Jack London’ın hacmi küçük fakat enerjisi yüksek romanlarını önerebilirim. İstiridye Korsanları veya Beyaz Diş’i her yaşta severek okumak mümkün.

Sözün kısası, klasikleri kitaplığınızdan eksik etmeyin.

*Bu yazı, katılımcıları arasında Yordam Kitap’ın da bulunduğu İBB Atatürk Kitaplığı Açık Hava Şenliğinde,editörümüz Yeşim Dinçer’in yaptığı sunumdan derlenmiştir.  Şenlik 25 yayınevinin katılımıyla 3 Haziran-3 Temmuz 2022 tarihlerinde gerçekleşti.



Kapat