Sepetim (0) Toplam: 0,00 TL

Yapay Zekâ: Olanaklar ve Sınırlar

Cem İnan-1 Haziran 2020-Dsosyal.com

     İnsanlık tarihi bir anlamda alet kullanmanın da tarihidir. Homo Sapiens’in çağdaş kuzenlerinden ayrılmasını sağlayan temel itki, onun emek ve emek aletleri ile girdiği özel ilişkiydi. İnsanlaşma süreci, emeğin emek araçları ve emeğin nesnesi ile ilişkisindeki süreçte gizlidir. İnsan, doğayı dönüştürürken, doğada ve emeğinin ürününde dışsallaşır, kendini gerçekleştirir. Bu en genel ve soyut anlamda insan etkinliğinin temelini oluşturur. Soyut olandan somuta geldikçe, bu kavramların tarih içinde bambaşka biçimlere büründüğünü görürüz. Emek aletleri değişir, gelişir; emek çeşitli tarih evrelerinde farklı boyunduruklar altına girer. Fakat insanlaşma sürecindeki temel önemi ve niteliği değişmez.

     Bizi tartışmamız açısından ilgilendiren kısım ise bu sürecin kapitalizm altında bürünmüş olduğu biçim, özel olarak da makine olgusunun ortaya çıkışıdır. Genellikle makine, gelişmiş alet olarak tanımlanır lakin Marx’ın da dediği gibi, bu tarihsel unsuru göz ardı ettiği için oldukça eksiktir. Örneğin el değirmeninden buharlı değirmene geçiş, teknik bir olgudan ziyade bunun sermaye düzeni altında almış olduğu biçim ile ilgilidir. Alet gibi sadece emeğin dolaysız bir aracı yerini makineye bırakırken, işçiye ait beceriler de ayrıştırılarak makinede soğurulmuş olur. Makine, göreli artı-değer üretiminin bir aracı haline gelir. Bu haliyle bizzat sermaye düzenin ortaya çıkardığı bir biçime denk düşer makine olgusu.

     Marx Kapital’de makine kavramını çözümlerken, Aristoteles’ten bir alıntı yapar. Şöyle hayal etmiştir eski çağların en büyük düşünürü:

     “Her alet, (..)kendisine uyan işi yapabilseydi ve böylece mekikler kendi kendilerine işleyip kumaş dokusalardı, ne ustaların çıraklara ve ne de efendilerin kölelere ihtiyacı olurdu.”

     Oysa hiç de öyle olmamıştır. Marx’ın dediği gibi, siyasal iktisattan hiç haberleri yoktu. Başka şeylerin yanında, makinenin, iş gününü uzatmanın en güvenilir aracı olduğunu da anlamamışlardı.3 Sermayenin elinde makine veya genel olarak teknoloji, müthiş bir olanaklar silsilesini insanlığa vaat ederken, gerçekte sömürüyü derinleştirmenin bir aracı olarak iş görüyor.

     Buraya kadar anlatılanlar, sonda söylenmesi gereken bir şeyi başta söylemek için yazıldı: yapay zekâ, tıpkı makine örneğinde olduğu gibi, insanın yaratıcı etkinliğinin müthiş olanaklarını vaat ederken, gerçekte bir grup asalak sermaye sahibinin elinde insanlığın gelişimini sınırlayıcı bir amaca hizmet ediyor. Daha önce bu derginin sayfalarında söylenmişti, olanakların değerlendirilmemesi, ilerlemenin yavaşlatılması bir tür gericilik biçimidir. Sermaye ise diğer alanlarda olduğu gibi burada da yalnızca gericilik üretiyor. Başlamadan ilk olarak başa bunu yazmak gerekiyor.

     Türkiyeli okurun ise bu gündemde en azından şanslı olduğu söylenebilir. Dünyadaki tartışmaları da takiben, sadeleştirici iki önemli esere ev sahipliği yapıyor, biri olanaklara ağırlık veren diğeri ise sınırlara işaret eden. İki yıl önce Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan yayımlanan Cem Say’ın 50 Soruda Yapay Zekâ kitabı bu olanakları tariflerken, geçtiğimiz günlerde Yordam Kitap’ın Gençlerle Baş Başa dizisi altında yayınladığı Erkin Özalp’in Yapay Zekâ kitabı ise yapay zekânın sınırlarına daha çok yoğunlaşıyor.

Yapay Zekânın Olanakları

     Yapay zekânın nasıl tanımlanacağı cevaplanması zor sorulardan biri kabul ediliyor. İşin pratik kısmına bakıldığında neyin yapay zekâ uygulaması olup neyin olmadığı aslında çok basittir. Fakat iş yapay zekâyı bir kavram olarak tanımlamaya geldiğinde işler bir miktar zorlaşıyor. Bu zorluk ise aslında yapay zekânın bütünlüklü bir yapıyı anlamak için gerekli olan kavram değil, daha çok betimleyici bir ifade olmasından geliyor. Bu ayrımın yapılması sonraları bilinç nedir, akıl nedir gibi birçok felsefi problem ile boğuşmamak adına gerekli kanımca.

     İşin pratik kısmında ise dediğimiz gibi bir zorluk bulunmuyor. Yapay zekâ, insan zekâsı gerektiren işleri, makinelere, bilgisayarlara yaptırmaktır. Ya da Cem Say’ın tanımı ile diyelim:

     “Doğal sistemlerin yapabildiği her bilişsel etkinliği yapay sistemlere, daha da yüksek başarım düzeylerinde nasıl yaptırabileceğimizi inceleyen bilim dalıdır.”

     Yapay zekâ her ne kadar son yıllarda tırmanışa geçse de çok daha eski bir tarihe sahip. Bilgisayar bilimlerinin ortaya çıkışı ile birlikte, öğrenmenin ve zekânın başka herhangi bir vasfının tüm yönlerinin prensipte bir makineye yaptırılmasının da yolları aranmaya başlanmıştı. Başta bunlar çok sınırlı kalsa da yeni teknolojik gelişmelerle birlikte geçmişte yapılmaya çalışılan pek çok şeyi artık yapabilir hale geldik.

     Cem Say kitabında bunların pek çoğuna yer veriyor. Örneğin bir sanat eseri oluşturmaya çalışan programdan, insan dilini taklit etmeye çalışan programlara, çeşitli oyunlarda insanları yenmeye çalışan programlardan, sürücüsüz giden arabalar yapmaya kadar birçok örnek bulunuyor.

     Say, bunları herkesin anlayabileceği bir dille, popüler örnekler ve hikayelerle okuyucuya sunuyor. Yapay zekânın insanlığın önüne ne tür olanaklar sunduğunu anlamak açısından Say’ın kitabının önemli bir boşluğu doldurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat başta da belirttiğim gibi, bunun mevcut üretim ilişkileri içindeki yeri neredeyse hiç sorgulanmıyor. Böyle olunca da insanlığın pek çok sorununa çözüm olabilecek altyapıya sahipken neden bunların yapılmadığı sorusu da cevapsız kalıyor. Sonra örneğin, Cem Say fazla mekanik bir izleği takip ettiği için, önemli kimi açmazlar da kolaylıkla üzerinden atlanan bir duruma dönüştürülüyor.

     O halde şuraya gelebiliriz; nedir yapay zekânın sınırları?

     Yapay Zekânın Sınırları

     Erkin Özalp, Gençlerle Baş Başa Yapay Zekâ kitabında, Cem Say’dan farklı olarak, yapay zekânın sınırları üzerinde daha yoğun olarak durmayı tercih ediyor.

     Yapay zekâ her ne kadar bize altın tepsilerde sunulsa da gerçek yaşamda böyle bir muhtevaya ne yazık ki henüz sahip değil. Çünkü her şeyden önce araştırmaların doğrultusunu, insanlığın ortak sorunları değil, tekellerin kar dürtüsü belirliyor.

     Bugün, üretim araçlarının ve doğal kaynakların çok büyük bir bölümü sermaye sahiplerinin elindeyken, insanlığın bilgi birikiminin önemli bir bölümü patentlerle ve fikri mülkiyet haklarıyla kullanılamaz kılınır ya da ticari sır olarak saklanırken, insanlar geçinebilmek için çok uzun saatler boyunca yıpratıcı işlerde çalışmak zorundayken, gelişen yeni teknolojilerin insanlığa bütün bu olanakları sağlayabileceğini nasıl düşünebiliriz?

     Erkin Özalp’in kitapta bahsettiği sürücüsüz otomobil projesi buna iyi bir örnektir. Hesaplamalara göre, sürücüsüz otomobil teknolojileri üzerinde çalışan 30 büyük şirket, geçtiğimiz birkaç yılda en az 16 milyar dolarlık harcama yapmış. Eğer söz konusu ulaşım ise, bu sorun toplu taşıma sistemlerinin geliştirilmesi ile de aşılabilirdi. Üstelik problem görece daha az değişken içerdiği için, çözümü çok daha kolay olurdu. Fakat bu ilki kadar kâr getirmediği için sermaye sahiplerinin ilgisini cezbetmiyor haliyle.

     Bir ara parantez olarak yapay zekânın maddi sınırlarından da söz edebiliriz. Genellikle yapay zekânın her kapıyı açan anahtar olduğunu iddia edenler, insanların tamamen devre dışı olduğu bir geleceğin de mümkün olduğunu söylüyorlar. Buna katılmak pek olanaklı değil. Yapay zekâ aslında insan zekâsından oldukça farklı bir niteliğe sahip ve bu dünyayı aslında pek de anlamayan algoritmalar dizisine her şeyi bırakmak çok akıllıca bir öneri değil. Hem insanlarla birlikte daha gelişkin bir geleceğin izlerini aramak varken neden ona alternatif olarak düşünelim ki?

     Erkin Özalp’in de dediği gibi:

Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, çalışmanın ortadan kaldırılması değil, karar alma ve üretim süreçlerine herkesin katılabilmesi. İnsanları tümüyle devre dışı bırakan teknolojilere değil, insanlığın kolektif zekâsının ürünü olan, bu zekâyla birlikte iş gören ve onu geliştiren teknolojilere ihtiyacımız var.”7

Bitirirken

     Marx 1856 tarihinde çoğunluğu işçilerden oluşan bir topluluğa yaptığı konuşmada şöyle diyor:

     “Günümüzde her şey kendi karşıtına gebe görünüyor. İnsanın çalışmasını kısaltma ve bereketlendirme mucizevi gücüne sahip makinelere karşın kendisinin yoksulluk içinde, gücünün ötesinde çalıştığını görüyoruz. […]Bilimin saf ışığının bile, cehaletin karanlık zemininden başka bir şeyi aydınlatmadığı görülüyor. Bütün keşiflerimiz ve ilerlememiz, maddi güçleri entelektüel bir yaşamla doldurmak ve insan yaşamını maddi bir güçle aptallaştırmaktan başka sonuç vermiyor!”

     Bugün de durumun çok farklı olduğu söylenemez. Diyalektik yine çalışıyor; tüm maddi güçleri “zekâ” ile doldurmaktan bahsederken, insan yaşamını aynı yaygınlıkta aptallaştırmaktan başka bir sonuç vermiyoruz. Sanırım en büyük aptallık da bütün bu olanakları bir grup asalak sermaye sahibinin eline bırakmış olmak.

     Eğer yapay zekânın insanlığın önüne muazzam olanaklar sunmasını istiyorsak, ilk olarak işe, sermaye düzeni denilen bu yapay aptallığı ortadan kaldırarak başlamak gerekiyor.



Kapat